29 Kasım 2008 Cumartesi

Ali İhsan GÜRCİHAN / PSİKOLOJİK SAVAŞ, ACABA KİMLERİN İŞİ?

Sayın Cengiz Çandar, mütevazı köşemdeki bu yazı,29 Kasım 2008 tarihindeki yazınıza bir cevaptır.
Delil diye esas alınan yazı, kitap ve görüşmelerinin kanımca yanlış değerlendirilmesi ve bunlar üzerinde amacını aşan zorlama yaklaşımlar yapılması nedeni ile, Ergenekon davasından tutuklanan oğlum H.Behiç GÜRCİHAN’ın mağdur edildiğini düşünüyorum.
Anne ve Baba olarak, bu konuda özgür ortamda ve yasal sınırlar içerisinde mücadele etmenin de hakkımız ve görevimiz olduğuna inanıyoruz. Hiçbir başka amacımız olmaksızın da sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.
Ne yazık ki, tarafsız ve özgür olduğunu sandığımız basın dünyasında, Kanal-D’de yapılan bir söyleşi dışında geniş kitleler karşısında kendimizi hiçbir yerde ifade fırsatı bulamadığımızı da belirtmek isterim.
Demek ki, size göre bu da hakkımız değilmiş ki, program sonrası, hiç gecikmeden bizden bahsederek dava sulandırılıyor anlamında köşenizde eleştiride bulunmuştunuz.
Bu da yetmemiş olacak ki;29 Kasım 2008 tarihli köşe yazınızda bir defa daha aynı programı gündeme getirerek adeta bizi suçlamışsınız. Yazınızdan aldığım bir bölüm aynen şöyle;
“Ergenekon sanıklarının ailelerinin tam kadro ve sunucunun özel katkısıyla bir ‘melodram’formatında boy göstermesi, Ergenekon yanlısı’Psikolojik Savaş’ın ne ölçülere vardığının çarpıcı bir göstergesi oldu.”

Sayın Çandar, şunu çok iyi bilin ki;
Biz bu ülkenin vatandaşı olarak, Anayasa’da belirtilen vazgeçilmez değerlerin bireysel savunuculuğu dışında, hiçbir zaman bir psikolojik savaş’ın parçası olmadık. Tam aksine birileri tarafından yürütülen psikolojik savaşa karşı dikkatli olmaya çalıştık. Her zaman ve her yerde bu ülke adına inandığımız değerler uğruna, yasal çizgiler içerisinde heyecan ve gururla vatandaşlık görevimizi yerine getirdik. Yeri geldiğinde konuştuk ve haksızlık karşısında da kendimizi daima savunduk. Açıkça ifade edemediğiniz Kanal-D de ki o programa da aynı anlayış ve inançla katıldık.
Siz de bu ülkede haksız suçlandığını ve mağdur edildiğini iddia eden biri olarak, bizim bireysel haykırışımızı neden garipsediğinizi anlamakta zorluk çekiyorum. Sizler gibi kendimizi ifade etmek bizim de doğal hakkımız değil mi? Bu hakkını kullanan ve doğrudan mağdur duruma düşmüş bir anne ve baba ile, bu dava sürecinde ve hapishane köşelerinde eşini kaybetmiş birinin (Kuddisi OKKIR’ın eşi )söylemlerini psikolojik savaşın bir parçası olarak görmenizin gerçek sebebi nedir?
Psikolojik savaşın parçası olmak ya da ona hizmet etmek anlamında bizi hedef alan bu dolaylı ve çirkin yakıştırmanızın; esasen samimi bir savunmayı bu şekilde saptırarak ele alan ve kamuoyunu yanıltmaya, kinlendirmeye çalışan sizin yaklaşımınıza daha çok yakıştığını düşünüyorum.

Sayın ÇANDAR, Bilmenizi istediğim bir şey daha var ki;
Biz kendimizi hiçbir zaman sizin ifade ettiğiniz şekilde “Melodram” formatı içerisine sokmadık ve ne olursa olsun sokmayız da. Tanımadığınız ve anlama zahmetine dahi katılmadığınız insanları, haksız bir yorumla belli bir format içerisinde görme ve tanıtma anlayışınızı sizin gibi köşesi olan bir yazara da yakıştıramıyorum.
Eğer gerçekten hak ve hukuktan yanaysanız ve bizim de söz hakkımız olduğuna inanacak kadar demokratsanız; ya köşeniz de bana söz hakkı verir ya da patronlarınız kanalı ile bana da bir köşe ayırırsınız. İşte, o zaman şartlarımız eşitlenir. Böylece gerçeklerin ne olduğunu ifade etme ve tek taraflı yürüttüğünüz psikolojik savaşı da karşılıklı olarak yapma fırsatını buluruz.
Bir daha belirtmek istiyorum ki, kendimizi ifade için ele geçen bir imkânı bile bizlere çok gören zihniyetinizi, özgür basın ve düşünce hürriyeti ölçüleri açısından anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum.
Sizlerle kamuoyu önünde bu konuyu karşılıklı tartışmaya da her zaman hazırım. Ulusal Basında sözü geçen etkin bir kişi olarak bu fırsatı yaratmanızı da özellikle bekliyorum.

Sayın ÇANDAR son söz olarak diyorum ki;
Sizler istediğinizi yazabilir ve konuşabilirken, tüccar ve tarikatçı basının tek taraflı saldırıları karşısında bizim kendimizi ifade açısından yaşadığımız bu zorluklar, psikolojik savaş imkânının gerçekte kimlerin elinde ve kontrolünde olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır.
Saygılarımla
29 Kasım 2008

1 Kasım 2008 Cumartesi

DTP’NİN PKK’DAN FARKI VAR MI? Ali İhsan GÜRCİHAN

PKK Terör Örgütü’nün ovadaki uzantısı olduğunu artık saklamaya bile gerek duymayan DTP, açıkça Türkiye Cumhuriyeti Devletini tehdit ediyor.Hem de Milli İrademizin temsil edildiği TBMM çatısı altında faaliyet gösterirken .
İşte DTP denen sözüm ona siyasi partinin son günlerde yaptıklarından sadece üç adedi. Bir göz atın ve neler oluyor,nereye gidiyoruz diye şöyle bir düşünün;
- Cumhuriyet Bayramını kutladığımız bir günde “Demokratik özerklik adı altında eyalet sistemi isteyen” kapağı sarı,kırmızı,yeşil renklerle hazırlanmış bir kitapçık dağıtılıyor.
- Şanlıurfa-Viranşehir İlçe Kadın Kolları, sözde milletvekili Aysel Tuğluk’un da katıldığı bir yürüyüş düzenliyor.Terörist başına kötü muamele yapıldığı iddiası ile yapıldığı söylenen bu eylemde,bizzat sözde vekil de dahil “ Dişe diş,kana kan,seninleyiz öcalan (katil) “ diyecek derecede konuşmalar yapılıyor ve slogan atılıyor.
- Başbakan’ın Van gezisi öncesi DTP’nin Van milletvekili olduğu bilinen tahrikçi biri çıkıyor ve “Başbakan’ın bile bile Van’a gelmesini provakatif bir eylem olarak görüyorum.Eğer Başbakan Van’a gelirse gelişebilecek tüm olumsuzluklardan Erdoğan sorumludur .” diye tehdit ediyor ve bu adam gerçekten tüm eylemlerin yaratılmasına da zemin hazırlıyor.

Bunları okuduktan sonra her şeyi bir kenara bırakıp sadece insani duygularla sormak istiyorum ;
- Çocukları bile sokağa döken bu tahrip edici ve
yıkıcı eylemlerin terörist yaklaşımından bir farkı var mı ?
-TBMM çatısı altına girebilme onuru ve ayrıcalığını elde edebilmiş milletvekilleri, çocuk yaşta insanları, Devlet ve Güvenlik Güçleri ile karşı karşıya getiren bu uygulamadan ne beklemekte ve bu cesareti nereden almaktadır ?

Elbette olayların bu noktaya gelmesinin birçok sebebi olabilir. Devlet büyükleri yıllardır yaptıkları gibi toplantılar yapıp bu olayların nedenlerini ve alınması gereken tedbirleri de düşünmeye devam etsinler.Ancak ben vatandaş olarak bunlardan önemli olduğunu inandığım sadece iki nedeni özellikle vurgulamak istiyorum.

- İlgisiz gibi gözükse de birinci ana neden ;
Çok eşli ve çok çocuklu aile yapısında, ana kucağından itibaren sevgi ve dayanışma duygusundan mahrum bırakılmış insanlara,kin ve nefret aşılamak çok kolaydır.Onları kandırıp,inandırıp her şey yaptırabilirsiniz.

- İkinci önemli neden ise ;
Bireysel suçları ya da çete faaliyetlerini sorguluyor görüntüsü altında , ölçüsüz ve seviyesiz bir şekilde Devleti ve onun en önemli unsuru Silahlı Kuvvetleri hedef alır Cumhuriyetle hesaplaşmaya kalkarsanız,

Ulusal ve Milli değerlere sahip çıkmayı tartışılır ve çağı geçmiş bir yaklaşım diye masaya yatırır,egemenliğinizi paylaşır ve bu ülkenin Üniter Yapısı konusundaki ciddiyet ve duruşunuzu kaybederseniz, pusuda bekleyen bölücülere ve fırsatçılara uygun ortamı bizzat kendi elinizle hazırlamış olursunuz .

Kısacası ;
Artık sivil itaatsizlik eylemlerinin konuşulduğu ve yakıp yıkarak çekinmeden de uygulandığı bu olumsuz durumun en büyük sorumluluğu;
Anayasa’da belirlenen kimliğimizi çarpıtarak ifade etmeye çalışan aydın takımı ve yetkililer ile Türk Silahlı Kuvvetleri ve Cumhuriyetle hesaplaşmaya kalkanlara aittir.
1 Kasım 2008

İKİNCi ERGENEKON DAVASI Ali İhsan GÜRCİHAN

Hepimiz biliyoruz ki, Anayasa’mıza göre;
“Türkiye Devleti bir Cumhuriyet’tir.
Demokratik, Laik ve Sosyal bir hukuk Devletidir.
Ülkesi ve Milleti ile de bölünmez bir bütündür.”

Anayasa’nın değişmesi mümkün olmayan bu temel ilkesinden hareketle,demokrasi aleyhine faaliyetlerde bulundukları şüphesi ile bir kısım insan hakkında, terör örgütü üyesi olmak gibi ağır bir iddia ile ERGENEKON Davası açılmıştır.

İnsan hak ve özgürlükleri açısından mağduriyet yaratan tarafları olsa da, toplumu huzursuz edecek ölçüde tartışmalara sebebiyet verse de, milli dayanışma ve adalet anlayışı açısından güven duygularını zedeleyen yönleri bulunsa da, demokrasi’ye olan sadakat ve inancımızdan kaynaklanan sabırla, bu davanın sonuçlanmasını merak içerisinde bekliyoruz.

Demokrasi’yi koruma adına açıldığı iddia edilen ve ne yazık ki Ergenekon olarak adlandırılan böyle bir davayı; amacına sadık kalması,siyasete alet edilmemesi,hukukun tarafsızlığı ve üstünlüğü ile adil yargılama ilkelerine uyulması halinde hiç tereddüt etmeksizin elbette destekliyoruz da.

Ancak soruyorum,bu Ülkede ;
Demokrasiye yönelik bir tehdit var da ,Cumhuriyet’in laik ve sosyal yapısı ile üniter yapımızı hedef alan başka tehditler yok mu?

Elbette var .Her şey gözler önünde değil mi ?
Demokrasi düşmanlarını cezalandırmak için ERGENEKON davası açarak gösterilen Devlet duyarlılığının,ülkenin rejimi ve bütünlüğü konusunda da aynı şekilde gösterilmesi gerekmez mi ?
Demokrasiyi korumak önemli de,bu ülkenin bütünlüğüne ve cumhuriyet’in niteliklerine sahip çıkmak önemsiz mi ?

Doğru olduğunu düşündüğüm bu endişelerim ve kafamdaki sorular nedeni ile açıkça demek istiyorum ki;

-Cumhuriyet karşıtı örgütlenme ve çalışmaları ortaya çıkarmak üzere; Ergenekon davasında gösterilen aynı yaklaşım ve yöntemlerle İKİNCİ BİR ERGENEKON davası daha açılmalıdır.Bu doğrultuda ele alınacak ve derinleştirilecek bir soruşturma sonucunda ; inanç sömürüsü ve imtiyazlarla sağlanan para kaynakları,bu kaynaklar üzerinden yaratılan ticaret ve siyaset imkanları,kurumlar içerisindeki yatay ve dikey örgütlenmeleri ve basın üzerindeki etkinlikleri ile büyük bir ÇETE’nin (Diğer bir ifade ile TERÖR ÖRGÜTÜ’nün) ortaya çıkarılması ihtimal dahilindedir.İnanıyorum ki sözde demokratlık gerisine sığınmasını bilen bu çetenin, çıkarları adına kimlerle ve nasıl ortaklıklar yaptıkları da bu soruşturma sonucu açıkça ortaya dökülecektir.

- Üniter Yapı’mızdan rahatsız oldukları için ortalığı yakıp yıkan bölücülerin arkasındaki gerçek güç odaklarını, onlara fikir ve düşünceleri ile destek veren sahte demokrasi savunucularını, basında propaganda yapan uzantılarını ve para kaynaklarını ortaya çıkarmak ve böylece BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adına oynanan büyük oyunu da gözler önüne serebilmek maksadı ile; bireysel terör davalarının en azından bir kısmı birleştirerek Ergenekon benzeri tek BİR DAVA haline getirilmelidir.Bu şekilde hukuki anlamda da teröre karşı daha büyük ses getirecek sonuçlara ulaşılmalı ve topyekün mücadeleye de katkı sağlanmalıdır.

Son söz olarak ve kısaca;
ERGENOKON Davası sayesinde ,” Türkiye’nin bağırsaklarını temizleyeceğini ” seviyesiz bir şekilde izah eden ve kendini siyasetçi sananlara aynen onların seviyesine göre sesleniyorum ve diyorum ki;
“ Bu ülkenin geleceği konusunda gerçekten samimi iseniz , bağırsaklarımızı ve midemizi de gerçekten temizlemek istiyorsanız, cumhuriyetle hesaplaşacağını ilan edenler ve cumhuriyetin niteliklerinden rahatsız olanlar hakkında da ayrı bir ERGENEKON davası açılmasına razı olmanız gerekmektedir.Bağırsaklarımızı temizlemek ancak bu şekilde mümkün olacaktır.”

Ben demokratım diye haykıranlar unutmasın ki ;
HUKUK DEVLETİ ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ anlayışını, Demokrasi adına olduğu kadar Cumhuriyet adına da hakim kılabilmek, demokrat olabilmenin ilk şartıdır.
Saygılarımla.
25 Ekim 2008

11 Eylül 2008 Perşembe

BAŞBAKAN’A… Ali İhsan GÜRCİHAN

10 Eylül 2008
Almanya’daki Deniz Feneri davası ile başlayan karşılıklı suçlama ve tehditler, çirkin gerçekleri de ortaya dökmeye devam ediyor.

Çatışmanın bir tarafında T.C.Devleti adına İKTİDAR denilen güç, diğer tarafında ise Türk Kamuoyunu aydınlatma adına görev yapan BASIN denen beşinci güç.

Yani biri yolsuzlukları, hataları önleyecek ve varsa da işlem başlatacak güç. Diğeri ise bunları ortaya döküp toplumu aydınlatacak güç.

Ancak tartışmalardan anlaşılıyor ki;
Bugüne kadar her ikisi de tam tersini yaparak, millet adına kullanmaları gereken güçlerini kendi çıkarları adına kullanmışlar ve de birbirlerine göz yummuşlar.
Çok açık belli ki, çıkarlar gereği karşılıklı destek ya da en azından suskunluk için bir mutabakat devri yaşanmış.

Peki, ne oldu da mutabakat bozuldu?
Sanırım ortada konuşulanlardan da öte daha büyük boyutlarda bir çıkar çatışması var ki işler bu noktaya geldi.
Yaptıkları yolsuzluklar konusunda çok şey söyleniyor ve yazılıyor. O nedenle ben bu yazımda ne yaptıklarından ziyade esas olarak Başbakan’ın konuya yaklaşım şekli üzerinde durmak istiyorum.

Başbakan’ın söylemlerinin hiddetine ve hareketlerinin şiddetine bakılırsa sanırsınız ki, bu ülkede basın tarafından birilerine sözüm ona çamur atılması sanki ilk defa rastlanan bir olay.

Düne kadar genel olarak size destek veren Doğan grubu ve yandaşınız medyanın sizin dışınızdaki insanlara nasıl çamur attığına hiç şahit olmadınız mı?

Özellikle Ergenekon Davası sonrası ortaya atılan belgeler üzerinden basının yaptığı yargısız infazları ve uğranan haksız saldırıları hiç duymadınız mı?
Bu saldırılar karşısında insanların hakkını koruyan kimse var mı idi sizlerin arasında?

Ailece bizzat yaşadık. Ergenekon tutuklusu diye F tipi tutukevine konan oğlumla ilgili yalan haberler ve yakıştırmalar nedeni ile doğruları açıklamak için yazmadığımız yer kalmadı. Sesimize kulak veren dahi çıkmadı. Yaptığımız tekzip işlemlerini dikkate alan bile olmadı. Hukuki müracaatlar için ise ne yazık ki yetersiz kaldık ve üzücüdür ki ortaya çıkabilecek sonuçlarından da çekindik bu ülkede.

Açıkçası bu yazım;
Olaylar karşısındaki çifte yaklaşımı nedeni ile Başbakan’a bir haykırıştır.
Bu ülkede sıra size gelince mi yazılanlar ve konuşulanlar çamur atma oluyor? İşin ucu size dokununca ne değişti? İlkeler mi yoksa hukuk kuralları mı değişti bu ülkede? Demokrasi ve insan hakları, ancak size dil uzatılınca mı aklınıza geldi?

Bu ülke adına düşünmekten ve yazmaktan öte hiçbir çabası ve çıkarı olmayan oğlum gibi insanların, çıkarcı ve yandaşınız basın tarafından linç edilmesine cesaret veren ve onlara göz yumanlar kim acaba?

Eğer bu ülkenin ve bu insanların Başbakanı iseniz, Ergenekon davasının hukuki boyutlar dışına taşınmasına, özellikle çıkarcı ve tarikatçı basın tarafından pazarlanarak bu ülkede siyasi anlamda kullanılmasına neden özellikle fırsat verdiniz?
Bu ülkede Hükümet, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı ve de sizlerin etkin olduğu bir Meclis yok mu?

Demokrasi ve hukuki değerlerin sahip çıkıldığı temiz bir toplum bu ülkenin geleceği açısından çok önemli değil mi? Bu konuda gerçekten sizlerde samimi iseniz nedir bu hiddet ve şiddet?

Hiçbir suçu ve çıkarı olmadığına inanmamıza rağmen, demokrasinin fazileti adına benim oğluma nasıl hesap verdiriliyorsa, inanç soyguncularının hesap vermesinde ve ilişkide oldukları iddia edilen kişilerin de araştırılarak gerçeklerin ortaya çıkarılmasında ne mahzur görüyorsunuz?

Arkasında durduğunuzu iddia ettiğiniz demokrasinin faziletini bizler gibi, siz de yaşamak istemez misiniz? Bu yaklaşımın aksine söylem ve davranışlar içerisine girerek demokrasinin rezaletini çıkarmak, demokrat olduğunu iddia eden insanlara hiç yakışır mı?

Eğer bir ülkenin başbakanı olarak;
Yönettiğiniz insanların ve özellikle size muhalif olanların hak ve özgürlüğüne, en az kendinizin ve yandaşlarınızın hak ve özgürlüğü kadar sahip çıkmaz iseniz,

Bilin ki sıra size geldiğinde;
Haykırmanın hiçbir değeri ve inandırıcılığı olmadığı gibi o ülkede gerçek demokrasi de yok demektir.
Saygılarımla.

31 Ağustos 2008 Pazar

ALİ İhsan Gürcihan / ÇIKARCI ve TETİKÇİ GAZETECİLİK

31 Ağustos 2008


Yeni Şafak gazetesi,21 Ağustos tarihli sayısında;
Oğlum Behiç Gürcihan’ın ajandasındaki notlarda; Hırant DİNK cinayetinin önce Kürşat YILMAZ’A teklif edildiğinin yazılı olduğunu, yapılan bir krokide ise kameraların bile not edildiğini belirterek ve oğlumun fotoğrafını da kullanarak bir haber yaptı.

Behiç’i tanımayan ve ajandayı incelemeyen çok büyük bir okuyucu kesimi için, başlığı ve fotoğrafı görünce edineceği kanaat açıkça şu;
‘’ Adamlar kameraları bile tespit ederek cinayeti çok detaylı planlamışlar ve şu işe bak bu adam bile işin içerisine girmiş .’’

Aslında tutulan bu notları inceleyen hele gazeteci olan birinin, işin aslını bilmemesi ve gerçeği anlamaması mümkün değil.

Ancak,haberi hazırlayan muhabir Ertan KILIÇ ve haberin kullanılmasına onay verenlerin amacı zaten işi saptırmak.Çıkar odaklarına ve işbirlikçilerine karşı muhalefet yapan birini fırsattan istifade Ergenekon Çuvalı içerisinde hapsetmek ve katledilmesine ortam hazırlamak..

Yeni Şafak gazetesinin kalleşçe ve dolaylı yaklaşımla verdiği bu haberle yaptığı saldırının, aslında bir tetikçinin sokakta yaptığı silahlı saldırıdan hiç farkı yok. Biri açıkça hasmının bedenine ve canına kast ediyor, diğeri ise fikren mücadele etme cesaretini gösteremediği karşıtının beynini ve kimliğini kahpece hedef alıyor. Daha da ötesi, bedeninin de hedef alınması için, işbirlikçi olduğu çetelere de sinsice adres verip nokta tarifi yapıyor.

Saygıdeğer okuyucular;
Yeni Şafak gazetesinin bu maksatlı haberine yönelik bir şeyler yazıp yazmama konusunu bir hafta boyunca değerlendirdim. Bu ülkede tüm değerlerin saldırıya uğradığı ve yapılan haksızlıklara karşı herkesin suskun kaldığı bir ortamda gerçeği yazmanın artık ne kıymeti var diye düşündüm. Ayrıca gerçekleri saptırarak, düzmece ve hayali yaklaşımlarla insanlığı katletmeye çalışan, seviyesiz ve gizli hesabı olan insanları muhatap almayı da içime sindiremedim.

Ancak, bu haberi okuyan insanlarımıza da, doğru bilgiyi vermek zorunluluğunu hissettim. Diyeceksiniz ki kaç kişi okuyacak. Esas olarak bu haberi yapan gazete kanalı ile tekzip etmeniz gerekmez mi?

Evet, çok doğru ama soruyorum size; mağduriyetlere fırsat vermeyecek, eğer bir yanlışlık olursa da hatasını düzeltecek onur ve erdeme sahip hangi basın organı kaldı bu ülkede? Sırtlarını ya sermayeye, ya küresel çıkar odaklarına, ya da tarikatlara dayamış bu sözde egemen basın karşısında, açıkça söylüyorum, ne tekzip, ne tazminat hakkınızı koruyacak hiçbir sonuç elde etmeniz mümkün değildir.

Kendinizi dahi ifade etmenize ve savunabilmenize fırsat verilmez iken, onların birileri adına ve çıkar odaklarını kollayarak her şeyi istedikleri gibi yazıp, söyleme ve geniş kitleleri yönlendirme imkânına sahip olmaları bu küstahlıklarının en büyük kaynağı ve güvencesi olmaktadır.

Neyse bu uzun yakınmadan sonra gelelim, Yeni Şafak gazetesinin zorlama ve düzmece bir değerlendirme ile yaptığı haberdeki bilgilerin doğrusuna ve esasına :
Oğlum Behiç, ülke sorunlarına duyarlı ve sorumlu bir insandır. Geçmişte gazete köşelerinde şu anda ise kendi internet sitesinde( Açık istihbarat) yazı yazan ve kitap çalışmaları yapan araştırmacı bir yazardır. Bu krokileri de olay sonrası tesadüfen bizim de yanında olduğumuz aile ortamında çizmiş ve hatta ihtimaller üzerinde bizimle dahi fikir yürütmüştür.

Cinayetin işlendiği çevrede olduğu söylenen kameraların konumuna göre failin çok yönlü tespit edilebileceğini düşünmüş, açık kaynaklarda geçen bilgileri not etmiş, sorumlu bir insan olarak kendine göre de bir değerlendirme yapmıştır. Hatta bu konuda polisin bazı noktaları gözden kaçırma ihtimaline yönelik olarak da sitesinde yazılar yazmıştır.

Yeni Şafak denen gazetenin sanki oğlum Behiç olayın faillerinden biri olabilir bulanıklığı ile ve cinayet sonrası açıkça yazılmış bir konuyu sanki yeni bir şey bulmuş gibi verdiği haberin esası budur.

Oğlumun hukuki hakları saklı kalmak üzere Yeni Şafak gazetesine ben soruyorum;
Eğer o ajanda da, ABD’de vurulan ikiz kulelerin krokisi ya da fotoğrafı ve olayla ilgili bazı notlar çıksa idi, onu da mı böyle bir haber yapacaktınız? Adım gibi eminim, stratejik ortağınız ABD’ne yaranma adına rahatlıkla onu da böyle bir haber yapar ve bu işin içerisinde Türk vatandaşlarının da olduğunu ilan ederdiniz.

Sizin bu mantığınızı ben de aynen size karşı uygular ve size çamur atmaya kalkarsam, ben de iddia ediyorum ki, bu haberi yapmak için kullandığınız notlar, sizin de cinayet üzerinde Behiç’in yaptığından daha ciddi ve tehlikeli çalışmalar yaptığınızı göstermektedir.

Yok ya… Bizimle nasıl ilgi kurabilirsiniz diyorsanız, o zaman size soruyorum;
Oğlumla nasıl ilgi kurabiliyorsunuz? Onunla ne ilgisi var?
Sizin inceleme ve not tutma hakkınız var da oğlumun yok mu?

Eğer gerçekten gazeteci ve hakikaten de gazete yayınlıyor iseniz, ajandayı incelediğinizde olay sonrasında yapılan bir değerlendirme olduğu çok açıkça anlaşılan bir konu da böyle saptırılmış bir haber yapmanızın ve insanları yanıltmanızın gerçek amacı nedir ve arka planında hangi hesap yatmaktadır?

Fotoğrafını da vererek yaptığınız bu kasıtlı haberinizle hedef haline getirdiğiniz oğluma herhangi bir şey olduğu takdirde, hesabını nasıl vereceksiniz?

Olayla hiçbir ilgisi olmayan bir insanı, bu şekilde gösterebilme ve bunu da densiz ve küstah bir şekilde gazete de yayınlanma cesaretini nereden alıyorsunuz? Size insan haklarını ayaklar altına alma yetkisini hangi gizli güç vermektedir?


Bizlerin de üzüldüğü acı bir olay karşısında, bırakın toplumu, en azından DİNK ailesine karşı oğlumu böyle şaibeli bir duruma sokmayı insanlık adına nasıl izah
Edebilirsiniz?

Buradan DİNK ailesine de seslenmek ihtiyacını duyuyorum;
Bu gazetede yapılan haberle acınızın bir defa daha deşildiğine inanıyorum ve sizlerin bu şekilde ruhen rahatsız edilmesine de insanlık adına üzülüyorum. Ancak inanın bu notlar, gazeteci oğlumun, melun saldırı sonrası olayın açıklığa çıkması adına, olay sonrası tuttuğu notlardan başka bir şey değildir.

Eğer bu konuda şüpheleriniz olursa, tutulan notların ne olduğu konusunda oğlumun sizlere bilgi vereceğine bir anne ve baba olarak adımız gibi eminiz. Sizlerin acısı üzerinden ortalığı karıştıran ve sizleri de fikren ve ruhen taciz eden bu sorumsuz yaklaşımları da ailece kınadığımızı ve çaresizliğe üzüldüğümüzü açıkça ifade etmek istiyoruz.

Bu ve benzeri çirkin ve seviyesiz saldırılar nedeni ile her geçen gün azalan güven duygularımız konusunda da kısaca birkaç söz daha ifade etmek istiyorum.

İnsan hakları maskesi takmış sahte demokratlar tarafından ayaklar altına alınan kişisel hak ve özgürlüklerimizi korumakla sorumlu kurumlarımızın bu konudaki duyarsızlığı ya da yetersizliği, bizlerin kurumlara olan güven duygularını sarstığı gibi özellikle basın dünyası içerisinde yuvalanmış eli kalem tutan bu TETİKÇİ ve SALDIRGANLARI’ da her geçen gün daha fazla cesaretlendirmektedir.

Karşıtlarını hedef göstermek ve bir şekilde susturmak için gizli bir güç tarafından yürütüldüğüne inandığım saldırıların, bu duyarsızlığın devamı halinde bir süre sonra cana yönelik tehdit ve eylem boyutuna da dönüşeceğini düşünüyorum.

Özellikle basın kanalı ile insan haklarını ayaklar altına alarak yürütülen bu hayâsız gelişmelerden, bireysel olarak değil ama vatandaşlarının hak ve özgürlüğünü garanti altına almak zorunda olan Devlet’imin Yüce Kurumları adına endişe ediyorum.

Kalın sağlıcakla. Saygılarımla.
Ali İhsan GÜRCİHAN


NOT: Düşüncelerim ve kanaatim ne olursa olsun, biraz önce öğrendiğim Yeni Şafak gazete binasına kurşun atma olayını da eğer doğru ise hiç tereddütsüz kınıyorum.

28 Ağustos 2008 Perşembe

İşte kutladığımız zafer budur. Ali İhsan GÜRCİHAN

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI


Tarih 26 Ağustos 1922.

Bir çöküşü durdurma ve yeniden dirilme adına 1919’da başladığımız KURTULUŞ SAVAŞI’ nda yaklaşık bir yıllık hesaplı bekleyişin ve gizli hazırlığın son günü.

Kocatepe çevresindeki suskunluğun bittiği, Türk Askeri’nin hücuma kalkıp düşmanı siperlerinden söktüğü ilk an.

Bir günde Afyon alınır ve tüm Millet coşkuya boğulur.

Hiç gecikmeden Dumlupınar’da Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile YUNAN Ordusu tam anlamı ile mağlup edilir, komutanları bile esir alınır.

Kısacası, Türk Milleti Ordusu ile el ele beş günde kesin sonuca ulaşır.

Düşman kalan unsurları ile Anadolu’yu yakıp, yıkıp kaçmaya başlayınca, GAZİ MUSTAFA KEMAL tarihi emri verir.

“ ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ ”

Kahraman Mehmetçik’ de YUNAN’ ın peşini bırakmadan 400 km. mesafeyi 15 gün gibi bir sürede geçerek 9 EYLÜL’ de İZMİR’ e girer.

Türk Ulusunu yeniden diriltecek tarihi bir emir, bu Ulusun Onur Timsali Mehmetçik’in tarihe geçecek bir ZAFER’İ kazanması ile yerine getirilmiş olur.


İşte kutladığımız zafer budur. 30 AĞUSTOS’ u kutlarken;

1699 Karlofça Andlaşması’dan beri, topraklarımızı elimizden almaya alışmış olanlara , ‘’BUNDAN SONRA VERECEK TEK BİR KARIŞ TOPRAĞIMIZ YOKTUR.” demek için yaptığımız Milli Mücadelemiz ve kazandığımız zaferle gurur duyuyoruz.

Yaklaşık iki yüz yıl boyunca egemenlik haklarımızı hiçe sayan Batı’ya karşı “ARTIK YETER BU MİLLET ADINA KARAR HAKKI BİZE AİTTİR.”dediğimiz ONURLU BİR DURUŞ’a bağlılığımızı tekrarlıyoruz.

18 ve 19. uncu asır boyunca bizleri etnik, dini, kültürel, eğitim ve ticaret açısından istismar eden ve sömüren zihniyete karşı, artık “ ELİNİZİ ÜZERİMİZDEN ÇEKİN “ diyerek ortaya konan “ULUSAL TAVRIMIZIN” bugün de arkasında olduğumuzu tüm dünyaya gösteriyoruz.




NE MUTLU;
Vatanı’nın, Milleti’nin ve Bayrağı’nın kıymetini bilerek ve Türk Silahlı Kuvvetlerine sahip çıkma cesaretini göstererek 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINI gerçekten kutlayabilenlere,


NE MUTLU;
Koca bir tarih yazıp kazanabildiğimiz EGEMENLİK HAKLARIMIZA sadakat göstererek 30 AĞUSTOS ZAFER bayramı ile gurur duyabilenlere.

NE MUTLU;
Bir ULUS olabilme uğruna, sömüren güçlere karşı ATA’ larımızın verdiği mücadeleyi anlayabilenlere ve bize bıraktıkları ULUSAL ve MİLLİ DEĞERLERE gerçekten sahip çıkıp arkasında dimdik durabilenlere.

Bu inançla Türk Milleti ve Türk Silahlı Kuvvetlerini tebrik ediyor, başta ATATÜRK olmak üzere KURTULUŞ SAVAŞI’ nın zaferle taçlanması uğruna canlarını feda eden, o dönem yaşanan sıkıntı ve acılara katlanan tüm büyüklerimizi şükran ve rahmetle anıyorum.

29 Ağustos 2008

21 Ağustos 2008 Perşembe

“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos;

"Bir süre önce “Dimitris Arhondonis” Bartholomeos; Cumhurbaşkanı, Başbakan yardımcısı, Dışişleri Bakanı, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, Milli Eğitim Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı ve ana muhalefet lideri Deniz Baykal ile görüştü.

Yapılan görüşmelerin konusu;Noel Baba ören Yerinde 6 Aralık günü yapılacak “dini ayinle” alakalı olmakla beraber, Rum cemaatine ait vakıfların mülkleri, yeni vakıf yasası, “Heybeliada Ruhban Okulu” ve dolayısı ile “ekümenik” liğe “Evrensel Statü” ye giden yolun açılması idi! Görüştüğü makamların hiç birisi, “Dimitris Arhondonis” Bartholomeos; un istek ve taleplerine cevaben;“Cumhuriyetin temel ilklerine ve varlığına aykırıdır” Diyemedi!

Oysaki
“Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın; 20 Ocak 1923 tarihli Hâkimiyet-i Millîye Gazetesi'nde yayınlanan. Fener Patrikhanesi ile ilgili beyanatı aşağıdaki gibidir”

'Bir fesat ve hıyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlık çıkaran, Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için uğursuzluğa ve felakete sebep olan, Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızın üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? Türkiye'nin Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan değil midir?'
Demişti!

Amerika Dışişleri Bakanlığı İse; Patrik Bartholomeos'u küresel çapta bir dini lider olarak gördüğünü;
Açıklıyordu!“ VOICE OF AMERICA dan alıntıdır”

Tarihe Düşülmüş Notlara Baktığımızda ise;T.C. Devleti tarafından, Fener Rum Kilisesine verilen “Tapu Senedinin” tarihinin 1992 olduğu; Dönemin Cumhurbaşkanının Turgut Özal olduğu; Başbakanın “49.Hükümetin Başkanının” Süleyman Demirel ve Başbakan Yardımcısının ise Erdal İnönü olduğu; Görülür!

Tapunun üzerinde; "birinci defa olarak zayiinden verilmiştir" ibaresi bulunmasına rağmen geçmişte var olup ta, sonradan zayi olmuş bir tapu da; Yoktur!

Peki ya günümüzde “2008” yılında durum nedir?TBMM'de Türk milletini temsil etmek üzere görev yapan vekilleri, Fener Rum Kilisesi'nin ekümenikliğine giden yolu açmak üzere “Vakıflar Yasa Tasarısını” meclisten; 241 Millet vekilinin evet oyu ile; Geçiriyor!.

Şimdi sıra; “Kin Kapısının” üzerine,"Yeni Roma Ekümenik Patriği" yazıl mayamı; Geldi?

Neydi Bu Kin Kapısı;“1820–1821 Mora isyanı, Balkanlar'ın Memaliki Osmanî'den ayrılmasını sağlayan en önemli hareketlerden biridir.
Sultan II. Mahmut'un padişahlık dönemindedir.
Sadrazam, Benderli Ali Paşa'dır. Fener Rum Patriği koltuğunda Gregorius oturmaktadır. Devletin yaptığı araştırmalar, isyandaki Rus ve patrikhane parmağını ortaya koydu.
Benderli Ali Paşanın emriyle yapılan patrikhane baskını-araştırmasında, patrikhanede gerçekleştirilen Mora İsyanı'nın plânına ilişkin belgelerin bulunması üzerine Patrik Gregorius yapılan muhakemesinde suçlu bulunarak patrikhanenin orta kapısı önünde idam edildi.
Olaydan sonra gizli olarak toplanan patrikhane yönetimi, aynı yerde bir TÜRK DEVLET ADAMI ASILANA KADAR KAPININ KAPALI TUTULMASINA KARAR verdi.
Söz konusu kapı Cumhuriyet dönemine kadar zincirlenmiş olarak tutuldu.
Daha sonra kaynaklanarak muhafaza edildi.
Hâlen bu kapı patrikhane çevrelerinde "KİN KAPISI" olarak anılmaktadır.”
“Kin Kapısının” açılmaması dileğiyle;

“Ekümenik” sıfatı nedir? Patriklere verilen, siyasi bir kariyerdir.
Ekümenik sıfatı olan patrik, tabasının siyasi ve ekonomik göstergesidir.
Savaştan barışa, ülkenin protokol işlerine kadar her şeyde son sözün sahibidir.
Ekümenikliğin en önemli özelliği, hangi kilisedeki patriğe verilmişse, o kilisenin bulunduğu şehir Hıristiyanlarındır anlamına gelir.
Ekümen patriğe bağlı olan taba, Ekümenik sıfata haiz olan patrikten daha etkin ve yetkin hukuk tanımaz!

Ekümenik Bize Nasıl Anlatıldı veya Nasıl Gösterildi?
Hiçbir devlet, kendi içinde bir ikinci devletin gücünü kabul edemez.
Ederse hem devlet hem de bağımsız olma özelliğini kaybeder.

Bu gerçeği;“Çok İyi Bilenler /Çok İyi Bilmeyenlere” halka “Eşitlik İlkesini” kullanarak, anlatmışlardır.
Oysaki durum devletin “Ülkesi ve Milletin” bölünmez bütünlüğü “Laik” özelliği ve “Hukuk Devleti” ilkesi ile ilgilidir.
Yargıtay kararına rağmen İstanbul'da yapılan “Dünya Ortodoks Gençler Konferansı” da “Dimitris Arhondonis” Bartholomeos;“Yargıtay'a ” cevap verir.
“Patrikhanemiz 6'ıncı asırdan beri ekümeniktir.
Bu tarihi bir unvandır.
Siyasi içeriği ve siyasi amacı yoktur, bütün dünya bunu 6'ıncı asırdan bu yana tanıyor” diye cevap verir ama;
“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos;
Ortodoks tarihini bilmez herhalde.
Ortodoks kilisesini “Aziz Andreas” Milattan Sonra 37'de.kurmuştur.
“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos; Göre “6'ıncı asırdan beri ekümeniklermiş”.
Roma İmparatoru “Büyük Konstantin” 313 yılında “Milano Fermanı” olarak bilinen bir fermanla, Hıristiyanlığı devlet himayesine aldı.
Konstantin “306/337” imparatorluk başkentini İstanbul'a taşıdı ve şehre Konstantinopolis yani “Yeni Roma” adını verdi.
“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos'un anımsamadığı;
Milattan sonra 325 yılında İznik'te toplanan ilk evrensel “ekümenik” konsili “dinî meclis” 300'ü aşkın dinî önderin katılımıyla Hıristiyanlığın “Amel ve İnancını” belirledi ve üç kiliseyi; “İskenderiye” “Antakya” ve “Roma” kiliselerini “ekümenik” ilan etti.

Bu üç kilisenin “ekümenik” ilan edilme sebebi havariler tarafından,kurulmuş olması ve “Apostolic” kökenli olmalarıydı.
Daha sonra “İmparator I. Theodosius” “379/395”Milattan Sonra 381 yılında 1. İstanbul “Konstantinopoli” Konsili’ni topladı ve İstanbul Piskoposluğu, Patriklik statüsüne kavuşturuldu.

Özetle Milattan Sonra 381 yılında, dinî egemenlik “İskenderiye Patrikhanesine” yönetim merkezi ise “İstanbul Patrikhanesine” geçti Son Olarak ta “İmparator Markianus” “450/457”Milattan sonra 8 Ekim 451'de topladığı Kadıköy “Halkidon-Khalkedon” Konsilinde tarihe meşhur 28. Madde olarak geçen kanun ile İstanbul'la birlikte Kudüs Kilisesi'ni de patriklik seviyesine çıkarttı.
“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos, ne diyordu;
“Bu tarihi bir unvandır. Siyasi içeriği ve siyasi amacı yoktur”

Fakat tarih imparatorluğun baskısıyla alınan siyasi bir karar olduğunu yazıyor.

Böylelikle“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos Yargıtay'ın “Osmanlı zamanındaki imtiyazlara, anayasaya rağmen sahip olması düşünülemez ve sadece İstanbul Rumlarının dini işleriyle ilgilenebilir” kararını tanımıyor!

Ve uluslararası tüm yazışmalarında;
"EcumencialPatriarch and Archbishop of Costantinople and New Rome''
Unvanını kullanıyor. Yani;
" Yeni Roma'nın ve İstanbul’un Başpiskoposu ve Evrensel Patriği''.

Tüm Şehitlerimizi Rahmet ve Minnetle Anıyorum

Saygılarımla / C.Edis

24 Haziran 2008 Salı

Oligarşi


"Meritokrasi,

Yönetim erkinin;
Yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne dayandığı, yönetim biçimi.


Plütokrasi

Yönetme erkinin;
Maddi açıdan üstün kişilerce paylaşılmasını öngören oligarşik bir yönetim biçimi


Aristokrasi

İktidarın imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu siyasi hükümet şeklidir.
Ekonomik, toplumsal ve siyasi gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihi yönetim biçimidir


Oligarşi,



Sadece belirli bir zümrenin bir ülkeyi yönetmesiyle ortaya çıkan yönetim biçimidir.



Yunancadaki 'az' ve 'yönetim' kelimelerinin birleşmesiyle oluşturulmuş bir kelimedir.





Oligarşi Nedir?


Oligarşi kavramı, kelime olarak, küçük bir azınlığın yönetimindeki devlet biçimidir.



Bu açıdan ele alındığında, oligarşi kavramı, devlet aygıtının bütün kademelerinin küçük bir azınlığın kontrolünde olması demektir.

Fakat sınıflı toplumlarda (sosyalizm dışında) ekonomik hayata egemen olan sınıfın siyasi iktidara da egemen olduğu gerçeğinden hareket edersek, küçük bir azınlığın devleti ele geçirmesinde, temelde de, yani ekonomik alt-yapıda da egemen olmuş olması gerekir.

Bu nedenle oligarşinin ortaya çıkışı ve gelişimini, toplumların evriminde aramak gerekir. Oligarşinin ortaya çıkabilmesi için iktisadi evrimin belli bir aşamaya gelmesi, sınıflar arasındaki çelişkilerin antagonizma kazanması, egemen sınıflar arasında zümreleşmenin-irileşmenin ortaya çıkması ve bu zümreleşen tabakanın ekonomik hayatı kontrolü altına almasıyla birlikte (aynı süreç içersinde gelişerek), siyasi hayatı da kontrolü altına alması gerekir.

Fakat siyasi hayatı kontrolü altına alması demek, devlet aygıtının tamamına -bürokrasi ve militarizme- hakim olması anlamındadır. Bütün bunların tamamlanmasıyla birlikte gerçek anlamda oligarşilerden söz edilebilir.

Ama bu demek değildir ki;

Sürecin belli bir evresinden itibaren bu özelliklerden bazılarının, özellikle ekonomik hayata egemen olan bir azınlığın ortaya çıkması ve bunun siyasi alanda belirli bir etkinliğini sağlamış olması, oligarşinin olmadığı, ya da oligarşi kavramının kullanılmayacağı anlamına gelmez.

Diyalektik materyalizme göre;

Bir şey, birden ve ani olarak değil, nicelik birikimlerin niteliğe dönüşmesi sonucu ortaya çıkar. Oligarşi, tam anlamıyla ortaya çıkmasından evvel belirli bir evrimden geçer. Bu evrimin iyi kavranılması, özellikle bizim ülkemizde oligarşinin ortaya çıkışı ve gelişimi açısından büyük önem taşır.




Oligarşi, üretici güçlerin gelişiminin mevcut üretim ilişkileri tarafından engellenmeye başlanıldığı bütün sınıflı toplumlarda mevcuttur.

Toplumların evriminin belirli bir aşamasından itibaren ortaya çıkan oligarşinin temel görevi, mevcut üretim ilişkilerini biraz daha sürdürebilmek için sömürünün düzenlenmesi ve toplumsal hareketlerin bastırılmasıdır.

Fakat şunu unutmamak gerekir ki, hiçbir güç üretici güçlerin gelişimini engelleyen üretim ilişkilerinin yıkılmasını ortadan kaldıramaz. Yapabileceği, bu yıkılışı biraz daha geciktirmek ya da hızlandırmaktır.


İşte oligarşinin tarihsel fonksiyonu, bu geciktirmeyi sağlamaktır. Devrimcilerin tarihsel fonksiyonu da, bu yıkımı hızlandırmaktır. Bu nedenle, toplumların belirli bir gelişim seviyesinden sonra devrimcilerin karşısına oligarşi çıkmaktadır.


Burada özellikle şunu belirtelim ki, emperyalist dönemdeki oligarşilerle ve de III. bunalım dönemindeki geri-bıraktırılmış ülkelerdeki oligarşilerle, diğer sınıflı toplumlarda ortaya çıkan oligarşiler arasında nitelik farkları vardır. Bunun nedeni de, iktisadi evrimin gelmiş olduğu seviyedir.





İşte, üretici güçlerin gelişiminin mevcut üretim ilişkileri tarafından engellendiği dönemden itibaren ortaya çıkan ve ekonomik ve politik egemenlik kurarak, bu dönemde devlete -ki devletin yapısı kaçınılmaz olarak sınıfsaldır- hakim olan egemen sömürücü sınıf ya da sınıfların irileşmiş kesimine OLİGARŞİ denir.



Oligarşi, zümreleşmek demektir, merkezileşmek demektir ve devletin bu zümrenin denetimi altına geçmesi demektir. Oligarşinin fonksiyonu da, kendini oluşturan sınıfların ya da sınıfın sömürü düzenini biraz daha devam ettirmek için toplumdaki patlamaları engellemek ve toplumdaki dengesizliği geçici bir süre için düzenlemektir



Oligarşinin Ortaya Çıkışı



Köleci toplumda üretim ilişkileri şöyle kurulmuştur: Üretim araçları gibi, çalışan sınıf olan köleler de, efendinin (kölecinin) mülkiyetindeydi. Köleciliğin üretime uygulanmasıyla birlikte, toplumsal üretim artmış ve ilkel komünal toplum tarafından yeterli şekilde geliştirilmeyen üretici güçler gelişmeye başlamıştır. Toplumsal üretimin artması, fakat bunun karşılığında bu ürünlerin paylaşımının özel ellerde toplanması sonucu, toplumdaki çelişkiler keskinlik kazanmaya başlamıştır.

"İlk zamanlarda, köleci üretim tarzı, üretici güçlerin gelişmesine elverişliydi. Bu üretim tarzının evrimi, üretici güçlerin yıkımını tahrik etti. Köle emeği üzerine kurulmuş olan üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesine engel oldu."

Ve bunun paralelinde, üretimin yoğunlaşması, üretim birimlerinin (somutta kölelerin) merkezileşmesini beraberinde getirdi. İşte bu dönemle birlikte "devlet yönetimi küçük bir aristokratın elinde yoğunlaşıyordu, oligarşi denen iktidar" [ ortaya çıkmıştır a bir oligarşi olduğunu belirtirler.







"Ülkemizdeki kapitalizm kendi iç dinamiği ile gelişmediğinden ve tekelci burjuvazi baştan emperyalizmle bütünleşmiş olarak doğduğundan, stratejik hedefimiz

anti-emperyalist ve anti-oligarşik

"Ülkemizdeki baş çelişki halkımızla oligarşi arasındadır.

"Halkın tepkileriyle oligarşi arasında suni bir denge kurulmuştur...


.
Suni dengenin oluşturulmasında oligarşinin rolünün, aynı zamanda anti-emperyalist anti-oligarşik mücadele açısından incelenmesi gereklidir.

Oligarşinin ortaya çıkışında demek ki, toplumdaki üretici güçlerin mevcut üretim ilişkileri ile çatışmaya başlamış olması gerekir



Tüm Şehitlerimizi Rahmetle ve Minnetle Anıyorum
Saygılarımla / C.Edis

20 Haziran 2008 Cuma

“YA İSTİKLAL YA ÖLÜM”

Yaşanılan tarihin her aşamasında görüldüğü gibi, Türkiye Cumhuriyeti her süreçte, her zaman, zulmün kalesi Avrupalılara diken olmuş ve batmıştır, bu barbarların;
Mustafa Kemal’in öngördüğü gibi Türkiye Cumhuriyeti önderliğinde gerçekleşecek birleşik bir “Türk Cumhuriyeti” sonları olacaktır.
Yeryüzünde barbarlığa, adaletsizliğe, soykırımlara izin verilmeyecektir.
Avrupalıların soykırımlarla dolu gerçek tarihleri gün yüzüne çıkacaktır.
Tüm Türklerin bir bayrak altında toplandığı;
“Türk Cumhuriyeti” zalim emperyalist devletlerin korkulu rüyasıdır, gerçekleşecektir;
Gerçekleşmemesi için hiçbir sebep yoktur!
Onun için, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti değil;
Yeryüzünde yaşayan tüm Türklerin Ordusu, insanlık tarihinde ilk kurulan düzenli ordu;
Türk Ordusu Her türlü psikolojik saldırıya maruz kalmaktadır;
Amaç sadece Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak değildir;
Tüm Türklerin birleşme umudunu yitirtmek için;
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Pasifize etmektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin her alanına yayılmış hainler, işbirlikçiler mevcuttur.
Osmanlı’nın son zamanlarının benzeri olayları yaşatılmaya çalışılmaktadır;
Siyasetçileriyle, Basınıyla, Aydınıyla Yaşanmaktadır da;
Yine; mandacılar türemiştir;
Yine; borçlar kapitülasyonlar başlamıştır;
Yine; şeriatçılık ve ayrılıkçılık diz boyudur;
Yine; yavru vatanlar satılmaktadır;
Bu kez içimizdeki gizli işgal çok büyüktür.
Önlerinde tek engel kalmıştır, bu engel hainlerin saldırı odakları haline gelen;
Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.
Türk Ordusunu küçültmeye, görevlerini başka kuvvetlere ithal etmeye çalışmaktadırlar. Türklerin yüz akı olan bu Ordu kendi ordularına benzemez.
Türk Milleti’nin bağrından çıkmaktadır, lejyoner değildir, vatan evladıdır.
Tüm Türk Devletleri’nin gözbebeğidir ve her saldırıyı, yeryüzündeki Türkler adına defedecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihi zaferlerle doludur;
Yeryüzündeki tüm Türklerin umududur! .
Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti;
Tek merkezden yönetiliyormuşçasına planlı biçimde;
Kültürel;
Psikolojik;
Ekonomik;
Siyasi ve Askeri alanlarda;
Uluslar arası hukuka uyulmadan, Egemenlik hakkı çiğnenerek, İçten ve dıştan şiddetlenen saldırılara maruz kalmaktadır.
Türk Milleti’nin ulus devlet niteliğinde kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde;
Türkler azınlık durumuna getirilmeye çalışılmaktadır;
Türklerin kalesi içten yıkılmak istenmektedir, artık buna izin verilmeyecektir.
Sömürgeciliğin; Gizli işgalin adı;
Avrupa Birliği’dir;
ABD’dir, Oyun;
Ermenistan kullanılarak;
İsrail benzeri askeri üsler yaratılmaya çalışılmaktadır!
Türkiye Cumhuriyeti; Arap Devletleri gibi;
Değildir/Olmayacaktır.

Erivan’a sesleniyoruz;
Geçmişte Avrupalı, Amerikalı Kalleşlerin oyununa geldin, aldatıldın, zarar gördün, şimdi de görürsün.
Türk Milleti ile eskiden olduğu gibi barış içinde yaşayabilirsin, seni kullananların bile, şansı yokken!
Senin bu topraklardan çakıl taşı bile alma ihtimalin hiç yoktur.
Bizim emperyalist amaçlarımız hiç olmadı;
“Yurtta sulh, cihanda sulh”
Diyen bir milletiz!Türk tarihinde ihanet göremezsiniz.
Tam tersine hep iç ihanetlerle, ittifaklarının ihanetleriyle darbe almıştır.
Ama bundan sonra buna izin verilmeyecektir.
Türk Aslanları kükremişlerdir.
Şuan ki sessizlik; aksisedanın yansımasına kadardır!
Ulusal vicdanları iflasta olanlar çok iyi düşünmelidir!
Artık gece karanlığında hainlik yapanlar gün ışıyınca ellerinde düşman bayrağı ile yakalanmışlardır.
Zaman Türk Milleti’nin hâkimiyet zamanıdır.
Türk Milleti’nin, büyük dahi Mustafa Kemal’in ilkelerini anlayacağını;
Milliyetçiliğe, Devletçiliğe, Halkçılığa, Laikliğe, Cumhuriyetçiliğe, Devrimciliğe;
Kısaca Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkacağını, üzerinde oynanan tüm oyunları bozacağını biliyoruz.
Özetle sonucun gelip dayandığı yerde “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” vardır.

Tüm Şehitlerimizi Rahmetle ve Minnetle Anıyorum
Saygılarımla / C.Edis

13 Haziran 2008 Cuma

Milli Mücadele

"Kuvvâ-i Milliye RuhuylaMisak-ı Millî ÇizgisindeMilli Mücadele"
ABD"
"İsrail"
Ve
"PKK"'dan
Oluşan
"Şeytan Üçgeni"
Dinler arası diyalogIlımlı İslamTürk İslam sentezinin; Kürt İslam cephesine dönüştürülme süreci
Adriyatik ötesi güç
"ABD"
Batılı güçlerin ittifakı
"AB"
VeHedeflerindekiUlus Devlet Yapımız!
Kemalizm!

Mustafa Kemal;
Millî mücadelenin maksat ve gayesi tam istiklâlini ve kayıtsız-şartsız egemenliğini sağlamak ve sürdürmektir!
Oysa Türk'ün haysiyet ve kendine inanı ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!Dolayısıyla ya istiklâl, ya ölüm!
Diye Tarif Eder.

Kıta Coğrafyamızdaki Yakın Komşumuzun TopraklarınıDemokrasi Getiriyoruz Diyerek İşkâl Eden!
Dünya Coğrafyasına İşgalci Bir Gözle Bakan!
Gizli bir doktrini olan!
Bunu da; Küresellik Kılıfına Geçiren Güç!

Milli Andımız Olan Misak-ı Milli
Sınırlarımız İçinde Bulunan Vatan Topraklarımızdaki Fili İşgalinden Önce

İşbirlikçi Basın!
F Tipi Yapılanma!
Sermaye!
Bölücü Ermeni/ Bölücü Kürt Unsurlar
Misyonerlik
Ve
Demokratik Sivil Toplum Örgütlerini Kullanarak;
Tamamlamış olduğu
Ekonomik
Siyasi
Ve
Diniİşgalin
Son kertesinde Ulusal Tebliğimizi Çok İyi; Algılamalıdır

Birleşik Devletlere Tebliğ
.ABD; tek kutuplu Dünya liderliğinin ilanının son kertesinde;
Dünyayı ateşe vermeden önce, son bir kez düşünmeli;
Son bir kez dönüp tarihe bakmalı!
• Tarihe bakarken de Türkiye Cumhuriyeti'nin nasıl bir süreçten, nasıl bir tarihsel imbikten geçtiğini iyi kavramalı!
• Amerika Birleşik Devletleri adı altında bir İmparatorluk mu; ?yoksa bir Devlet'miyim ? Sorusunu yanıtlamalı!
• Sorunun yanıtını nasıl verirse versin; Bir şeyi göz ardı etmemeli!
• Osmanlı İmparatorluğunun ve saltanatın nasıl dağıldığını iyi inceleyerek;
Türkiye Cumhuriyeti'ne;
Yüce Türk Ulusuna;
Mustafa Kemal'in kurduğu; Biricik Cumhuriyeti'ni emanet edecek kadar güvendiği ve inandığı; Türk Gençliğine dikkat etmeli!
• Türk Milletinin bağımsızlık mücadelesinin gereği olan "Kurtuluş Savaşının' kaçınılmaz sonucu Anadolu İhtilali sürecinden dersler çıkarmalı;
Türkiye Cumhuriyetinin, Misak-ı Milli sınırlarında Dimdik durduğunu nazar-ı dikkate almalı ve asla yanlış bir hesap yapmamalı!
• Binlerce yıllık tarihi kökleri olan "Türk Ulusuna" "Ulus Devletine" Bir daha dikkatlice bakmalı!
• Türk Milletinin Kuvva-i Milliye ruhuyla, Misak-ı Milli sınırlarını nasıl çizdiğini asla Unutmamalı!
• Şanlı tarihimizde olduğu gibi bugünde yapılması gereken;
Vatan Savunmasıdır

Tüm Şehitlerimizi Rahmetle ve Minnetle Anıyorum
Saygılarımla /

C.Edis
elli.yedinci.alay.neferi.5@gmail.com

Gazi Paşam;

"Gazi Paşam;

Seni anlamak Türk Milleti’ni anlamaktır.

Seni izlemek Türk Milleti’ni izlemektir.

Seni yaşatmak Türk Milleti’ni ayağa kaldırmak ve yaşatmaktır.

Ne Mutlu Türk’üm diyerek;

Varlığımızı Türk Varlığına Armağan Etiğimiz;

Bu yolda



Allah bize yardım edecektir.