Diyelim ki, Bülent Arınç'a suikast girişimi doğru; peki arama izni neden bu suikastle ilişkili olduğu iddia edilen subayların kişisel bilgisayarları, çalışma masaları, evleri için çıkarılmıyor da, "genel arama" kararı çıkarılıyor? Arınç'a suikast girişimi doğru kabul edilse bile, örneğin (tamamen uyduruyorum) bir işgal durumunda Bolu tünelinin nasıl kapatılıp İç Anadolu ile Marmara'nın irtibatının nasıl kesileceğine ilişkin hazırlık, böyle bir suikast davasında hakimin ne işine yarayacak?
Bir ulusun bağışıklık sistemi demek olan böyle gizli belgelerin yarın öbür gün basında çarşaf çarşaf yayımlanmayacağını kim garanti edebilir?
Radikal yazarı Muray Yetkin ile Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök, böyle bir tehlikeye ihtimal vermediklerini yazıyorlar ama böyle bir tehlike bulunduğunu gündeme getirmek bile tehlikenin varlığına bizzat delildir…
Kaldı ki, henüz savcının bile görmediği nice belgenin gazetelerde çarşaf çarşaf yayımlandığına kaç kez tanık olduk. Taraf gibi gazeteler ne günler için çıkarıldı?
"TSK'ya karşı medya odaklı bir psikolojik harp yürütülmektedir" tespiti Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'a ait.
8 ay önce yaptı bu tespiti ve o günden bu güne gelinen noktaya bakın. Artık, seferberlik belgelerinin ortalığa saçılıp saçılmayacağını konuşuyoruz. Operasyon medyası, düşman karargâhına girmiş gibi sevinç çığlıkları atarken, Genelkurmay'dan dün yapılan şu açıklamaya bakın:
"Yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında, Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığında 26 Aralık 2009 günü içeriği Devlet sırrı niteliğindeki belgeleri kapsayan bölümde başlatılan arama faaliyeti, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 125'inci maddesi uyarınca ilgili Hakim tarafından bizzat yapılmaktadır. Tek Hakim tarafından yapılmakta olan bu inceleme sürecinde, doğal olarak dinlenme ve idari işler için aralar verilmekte, bu nedenle inceleme süresi uzamaktadır. Tamamen yasal çerçeve kapsamında yürütülmekte olan bu incelemenin bir müddet daha devam edebileceği anlaşılmaktadır."
Yani, kamuoyunda beliren endişeler güya şu satır arası bilgilendirmeyle giderilmeye çalışılıyor:
"Aramalar CMK uyarınca bir hakim tarafından yapılmakta, savcı ve polisler kozmik bölümlere sokulmamaktadır. İnceleme süresinin uzaması da dinlenme ve idari işlemler nedeniyledir, yani herhangi bir gerginlik yaşanmamaktadır".
Teşekkür ederiz ama polisin karargâha girme konusundaki ısrarına daha net cümlelerle karşı çıkabilirdiniz…
Sonra, Milliyet gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila'ya içeride olup bitenler hakkında bazı kulisler verildiğini anlıyoruz.
Bila, dün Millieyt'in manşeti olan yazısında, "TSK'nın kalbine girildiği, kozmik bilgi ve belgelere ulaşıldığı, bilgi ve belgelerden örnekler alındığı, tüm belgelerin tutanağa geçirildiği, Seferberlik Bölge Başkanlığı’na giren hâkim, savcı ve terörle mücadele uzmanı polislerin kozmik odalar dahil her yeri aradıkları, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Arslan Güner’in Bölge Başkanlığı’na gittiği, hâkim ve savcılarla görüştüğü" gibi söylentilere TSK kaynaklarının ağzından yanıt veriyor. Bila, "Kamuoyuna yansıtılan bu bilgilerin büyük çoğunluğunun abartılı olduğunu söyleyebiliriz. Kamuoyuna yansıyanla Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda yürütülen çalışmanın gerçek boyutları arasında çok büyük farklar var" değerlendirmesini yaptıktan sonra özetle şu bilgileri veriyor:
"Aramalar CMK uyarınca tek bir hakim tarafından yürütülüyor, savcı ve polis çalışmalara katılmıyor. Her evrak tutanağa geçirilmiyor. Sadece soruşturma kapsamıyla ilgili görülen evrak inceleniyor ve gerekli görülenler hâkim tarafından tutanağa geçiriliyor. Çalışmayı yürüten hâkim, Türkiye’nin savaş halinde uygulayacağı seferberlik planları ve bu planların parçası niteliğindeki evrakla da ilgili değil. Hâkim, kanunda da belirtildiği gibi yürütülen soruşturma kapsamıyla sınırlı olarak ilgili gördüğü bilgi ve belgeleri inceliyor.
Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda yürütülen inceleme nedeniyle askerle, hâkim ve savcılar veya polis arasında bir gerginlik yok. CMK 125. madde kapsamında çalışma normal koşullarda yürütülüyor. İncelemeyi sürdüren hâkim, mesaisini Bölge Başkanlığı’nda yapıyor. Sadece hâkimin incelemeye yetkili olduğu bilgi ve belgeler konusunda savcıların veya polislerin bir ısrarı ve buna karşı askeri yetkililerin direnmesi gibi bir durum da söz konusu değil. Taraflar, kanunun çizdiği sınırlar içinde davranıyor."
Yani, Bila'ya verilen bilgiler ile Genelkurmay'ın dün öğlen saatlerinde yaptığı açıklama birebir örtüşüyor. Genelkurmay, kamuoyuna Türkiye'yi sarsan bu olayın "normal bir yasal prosedürden ibaret olduğunu" anlatmaya çalışıyor nedense. "Kurumlararası çatışma" tehlikesinin bu derece ete kemiğe büründüğü bir ortamda kendince doğru da yapıyor olabilir ama eğer bu, İlker Başbuğ'un üstene basa basa söylediği gibi bir "asimetrik psikolojik savaşsa", Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı'na yapılan baskın, Genelkurmay'ın bu serinkanlı açıklamalarına rağmen tarihe bir şeylerin "miladı" olarak geçecektir. Kimse kusura bakmasın, tıpkı Süleymaniye'deki olayın bir "ilk" olarak geçmesi gibi.
Gelecek nesillerin, bu olay hakkında Genelkurmay'ın sade suya tirit açıklamalarından çok, Taraf gazetesinin manşetlerini hatırlamaları daha olası görünmektedir.
Eğer bu bir psikolojik savaşsa, Genelkurmay Başkanlığı şunu da çok iyi biliyor ki, hakimin talep etmesi halinde istenen belge ve bilgiler Genelkurnay tarafından mahkemeye tereddütsüz gönderilirdi. Ancak, ortada Başbuğ'un tespit ettiği gibi bir psikolojik savaş olduğundan böyle bir şova gerek duyuldu. Genelkurmay şimdiye kadar yürütülen soruşturmaların hangisinde yan çizdi ki? Kendi tabanıyla sorunlar yaşama pahasına subaylar bir bir Beşiktaş Adliyesi'ne teslim edilmedi mi? Emekli kuvvet komutanları ifade vermedi mi? Muvazzaf orgenerallare bile çağrı çıkarılmadı mı? Genelkurmay bunların hangisine direndi? Ama Dursun Çiçek'in ıslak imzasını taşıdığı öne sürülen belge bütün girişimlere rağmen Ankara’daki askeri mahkemeye aylardır gönderilmiyor...
Yani, eğer bu bir "psikolojik savaş" ise, "Biz yasalar neyi gerektiriyorsa onu yapıyoruz" demekle iş bitmiyor. Tekrar edelim tarih, "TSK, CMK'nın gereğini yaptı" şeklindeki cümleleleri, değil, "TSK'nın derin beynine ilk kez girildi" gibi cümleleri seviyor.
Ankara'da giderek daha sık duyulmaya başlanan bir söylenti daha var. İlker Başbuğ'un istifa edeceği veya görevden alınacağı konuşuluyor. Hatta Başbakan ile yaptığı görüşmeye, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşanar ile gitmesini bu mealde bir işaret olarak yorumlayanlar oldu.
Seferberlik Dairesi'nin Kara Kuvvetleri Komutanı ile hiç bir ilgisi olmadığı, doğrudan Genelkurmay İkinci Başkanı'na bağlı olduğu halde acaba Başbuğ yanında neden Koşaner'i götürmüştü?
"Dolmanahçe gibi olmasın diye yanında tanık olsun istedi" diyenler de mevcut, "İstifa restine karşılık,'ben istifa edersem yerime gelecek olan komutan da ulusal çıkarlar konusunda en az benim kadar hassas' mesajını verdi" diyen de...
Askeri çevrelerde de, bazı sivil çevrelerde de, "Hükümet, neden Başbuğ'un istifasını istesin ki, yerine gelecek olan Koşaner Kemalist çizgi olarak Başbuğ'dan da radikal" diyenler çoğunlukta.
Askeri çevrelerde de, bazı sivil çevrelerde de, "Hükümet, neden Başbuğ'un istifasını istesin ki, yerine gelecek olan Koşaner Kemalist çizgi olarak Başbuğ'dan da radikal" diyenler çoğunlukta.
Ancak, unutulmasın ki eğer yaşananlar "asimetrik psikolojik savaş" ise, tıpkı "Karargâhın kalbine girildi" gibi, "Tarihte ilk kez, ordu içindeki cuntalara göz yumduğu için bir genelkurmay başkanı görevden alındı" başlığı esas olacaktır.
O Genelkurmay Başkanı'nın ardından kimin geleceğinin önemi yoktur;
Çünkü bu bir "psikolojik savaştır…"
yazan :Fatma Sibel YÜKSEK