31 Ağustos 2008 Pazar

ALİ İhsan Gürcihan / ÇIKARCI ve TETİKÇİ GAZETECİLİK

31 Ağustos 2008


Yeni Şafak gazetesi,21 Ağustos tarihli sayısında;
Oğlum Behiç Gürcihan’ın ajandasındaki notlarda; Hırant DİNK cinayetinin önce Kürşat YILMAZ’A teklif edildiğinin yazılı olduğunu, yapılan bir krokide ise kameraların bile not edildiğini belirterek ve oğlumun fotoğrafını da kullanarak bir haber yaptı.

Behiç’i tanımayan ve ajandayı incelemeyen çok büyük bir okuyucu kesimi için, başlığı ve fotoğrafı görünce edineceği kanaat açıkça şu;
‘’ Adamlar kameraları bile tespit ederek cinayeti çok detaylı planlamışlar ve şu işe bak bu adam bile işin içerisine girmiş .’’

Aslında tutulan bu notları inceleyen hele gazeteci olan birinin, işin aslını bilmemesi ve gerçeği anlamaması mümkün değil.

Ancak,haberi hazırlayan muhabir Ertan KILIÇ ve haberin kullanılmasına onay verenlerin amacı zaten işi saptırmak.Çıkar odaklarına ve işbirlikçilerine karşı muhalefet yapan birini fırsattan istifade Ergenekon Çuvalı içerisinde hapsetmek ve katledilmesine ortam hazırlamak..

Yeni Şafak gazetesinin kalleşçe ve dolaylı yaklaşımla verdiği bu haberle yaptığı saldırının, aslında bir tetikçinin sokakta yaptığı silahlı saldırıdan hiç farkı yok. Biri açıkça hasmının bedenine ve canına kast ediyor, diğeri ise fikren mücadele etme cesaretini gösteremediği karşıtının beynini ve kimliğini kahpece hedef alıyor. Daha da ötesi, bedeninin de hedef alınması için, işbirlikçi olduğu çetelere de sinsice adres verip nokta tarifi yapıyor.

Saygıdeğer okuyucular;
Yeni Şafak gazetesinin bu maksatlı haberine yönelik bir şeyler yazıp yazmama konusunu bir hafta boyunca değerlendirdim. Bu ülkede tüm değerlerin saldırıya uğradığı ve yapılan haksızlıklara karşı herkesin suskun kaldığı bir ortamda gerçeği yazmanın artık ne kıymeti var diye düşündüm. Ayrıca gerçekleri saptırarak, düzmece ve hayali yaklaşımlarla insanlığı katletmeye çalışan, seviyesiz ve gizli hesabı olan insanları muhatap almayı da içime sindiremedim.

Ancak, bu haberi okuyan insanlarımıza da, doğru bilgiyi vermek zorunluluğunu hissettim. Diyeceksiniz ki kaç kişi okuyacak. Esas olarak bu haberi yapan gazete kanalı ile tekzip etmeniz gerekmez mi?

Evet, çok doğru ama soruyorum size; mağduriyetlere fırsat vermeyecek, eğer bir yanlışlık olursa da hatasını düzeltecek onur ve erdeme sahip hangi basın organı kaldı bu ülkede? Sırtlarını ya sermayeye, ya küresel çıkar odaklarına, ya da tarikatlara dayamış bu sözde egemen basın karşısında, açıkça söylüyorum, ne tekzip, ne tazminat hakkınızı koruyacak hiçbir sonuç elde etmeniz mümkün değildir.

Kendinizi dahi ifade etmenize ve savunabilmenize fırsat verilmez iken, onların birileri adına ve çıkar odaklarını kollayarak her şeyi istedikleri gibi yazıp, söyleme ve geniş kitleleri yönlendirme imkânına sahip olmaları bu küstahlıklarının en büyük kaynağı ve güvencesi olmaktadır.

Neyse bu uzun yakınmadan sonra gelelim, Yeni Şafak gazetesinin zorlama ve düzmece bir değerlendirme ile yaptığı haberdeki bilgilerin doğrusuna ve esasına :
Oğlum Behiç, ülke sorunlarına duyarlı ve sorumlu bir insandır. Geçmişte gazete köşelerinde şu anda ise kendi internet sitesinde( Açık istihbarat) yazı yazan ve kitap çalışmaları yapan araştırmacı bir yazardır. Bu krokileri de olay sonrası tesadüfen bizim de yanında olduğumuz aile ortamında çizmiş ve hatta ihtimaller üzerinde bizimle dahi fikir yürütmüştür.

Cinayetin işlendiği çevrede olduğu söylenen kameraların konumuna göre failin çok yönlü tespit edilebileceğini düşünmüş, açık kaynaklarda geçen bilgileri not etmiş, sorumlu bir insan olarak kendine göre de bir değerlendirme yapmıştır. Hatta bu konuda polisin bazı noktaları gözden kaçırma ihtimaline yönelik olarak da sitesinde yazılar yazmıştır.

Yeni Şafak denen gazetenin sanki oğlum Behiç olayın faillerinden biri olabilir bulanıklığı ile ve cinayet sonrası açıkça yazılmış bir konuyu sanki yeni bir şey bulmuş gibi verdiği haberin esası budur.

Oğlumun hukuki hakları saklı kalmak üzere Yeni Şafak gazetesine ben soruyorum;
Eğer o ajanda da, ABD’de vurulan ikiz kulelerin krokisi ya da fotoğrafı ve olayla ilgili bazı notlar çıksa idi, onu da mı böyle bir haber yapacaktınız? Adım gibi eminim, stratejik ortağınız ABD’ne yaranma adına rahatlıkla onu da böyle bir haber yapar ve bu işin içerisinde Türk vatandaşlarının da olduğunu ilan ederdiniz.

Sizin bu mantığınızı ben de aynen size karşı uygular ve size çamur atmaya kalkarsam, ben de iddia ediyorum ki, bu haberi yapmak için kullandığınız notlar, sizin de cinayet üzerinde Behiç’in yaptığından daha ciddi ve tehlikeli çalışmalar yaptığınızı göstermektedir.

Yok ya… Bizimle nasıl ilgi kurabilirsiniz diyorsanız, o zaman size soruyorum;
Oğlumla nasıl ilgi kurabiliyorsunuz? Onunla ne ilgisi var?
Sizin inceleme ve not tutma hakkınız var da oğlumun yok mu?

Eğer gerçekten gazeteci ve hakikaten de gazete yayınlıyor iseniz, ajandayı incelediğinizde olay sonrasında yapılan bir değerlendirme olduğu çok açıkça anlaşılan bir konu da böyle saptırılmış bir haber yapmanızın ve insanları yanıltmanızın gerçek amacı nedir ve arka planında hangi hesap yatmaktadır?

Fotoğrafını da vererek yaptığınız bu kasıtlı haberinizle hedef haline getirdiğiniz oğluma herhangi bir şey olduğu takdirde, hesabını nasıl vereceksiniz?

Olayla hiçbir ilgisi olmayan bir insanı, bu şekilde gösterebilme ve bunu da densiz ve küstah bir şekilde gazete de yayınlanma cesaretini nereden alıyorsunuz? Size insan haklarını ayaklar altına alma yetkisini hangi gizli güç vermektedir?


Bizlerin de üzüldüğü acı bir olay karşısında, bırakın toplumu, en azından DİNK ailesine karşı oğlumu böyle şaibeli bir duruma sokmayı insanlık adına nasıl izah
Edebilirsiniz?

Buradan DİNK ailesine de seslenmek ihtiyacını duyuyorum;
Bu gazetede yapılan haberle acınızın bir defa daha deşildiğine inanıyorum ve sizlerin bu şekilde ruhen rahatsız edilmesine de insanlık adına üzülüyorum. Ancak inanın bu notlar, gazeteci oğlumun, melun saldırı sonrası olayın açıklığa çıkması adına, olay sonrası tuttuğu notlardan başka bir şey değildir.

Eğer bu konuda şüpheleriniz olursa, tutulan notların ne olduğu konusunda oğlumun sizlere bilgi vereceğine bir anne ve baba olarak adımız gibi eminiz. Sizlerin acısı üzerinden ortalığı karıştıran ve sizleri de fikren ve ruhen taciz eden bu sorumsuz yaklaşımları da ailece kınadığımızı ve çaresizliğe üzüldüğümüzü açıkça ifade etmek istiyoruz.

Bu ve benzeri çirkin ve seviyesiz saldırılar nedeni ile her geçen gün azalan güven duygularımız konusunda da kısaca birkaç söz daha ifade etmek istiyorum.

İnsan hakları maskesi takmış sahte demokratlar tarafından ayaklar altına alınan kişisel hak ve özgürlüklerimizi korumakla sorumlu kurumlarımızın bu konudaki duyarsızlığı ya da yetersizliği, bizlerin kurumlara olan güven duygularını sarstığı gibi özellikle basın dünyası içerisinde yuvalanmış eli kalem tutan bu TETİKÇİ ve SALDIRGANLARI’ da her geçen gün daha fazla cesaretlendirmektedir.

Karşıtlarını hedef göstermek ve bir şekilde susturmak için gizli bir güç tarafından yürütüldüğüne inandığım saldırıların, bu duyarsızlığın devamı halinde bir süre sonra cana yönelik tehdit ve eylem boyutuna da dönüşeceğini düşünüyorum.

Özellikle basın kanalı ile insan haklarını ayaklar altına alarak yürütülen bu hayâsız gelişmelerden, bireysel olarak değil ama vatandaşlarının hak ve özgürlüğünü garanti altına almak zorunda olan Devlet’imin Yüce Kurumları adına endişe ediyorum.

Kalın sağlıcakla. Saygılarımla.
Ali İhsan GÜRCİHAN


NOT: Düşüncelerim ve kanaatim ne olursa olsun, biraz önce öğrendiğim Yeni Şafak gazete binasına kurşun atma olayını da eğer doğru ise hiç tereddütsüz kınıyorum.

28 Ağustos 2008 Perşembe

İşte kutladığımız zafer budur. Ali İhsan GÜRCİHAN

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI


Tarih 26 Ağustos 1922.

Bir çöküşü durdurma ve yeniden dirilme adına 1919’da başladığımız KURTULUŞ SAVAŞI’ nda yaklaşık bir yıllık hesaplı bekleyişin ve gizli hazırlığın son günü.

Kocatepe çevresindeki suskunluğun bittiği, Türk Askeri’nin hücuma kalkıp düşmanı siperlerinden söktüğü ilk an.

Bir günde Afyon alınır ve tüm Millet coşkuya boğulur.

Hiç gecikmeden Dumlupınar’da Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile YUNAN Ordusu tam anlamı ile mağlup edilir, komutanları bile esir alınır.

Kısacası, Türk Milleti Ordusu ile el ele beş günde kesin sonuca ulaşır.

Düşman kalan unsurları ile Anadolu’yu yakıp, yıkıp kaçmaya başlayınca, GAZİ MUSTAFA KEMAL tarihi emri verir.

“ ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ ”

Kahraman Mehmetçik’ de YUNAN’ ın peşini bırakmadan 400 km. mesafeyi 15 gün gibi bir sürede geçerek 9 EYLÜL’ de İZMİR’ e girer.

Türk Ulusunu yeniden diriltecek tarihi bir emir, bu Ulusun Onur Timsali Mehmetçik’in tarihe geçecek bir ZAFER’İ kazanması ile yerine getirilmiş olur.


İşte kutladığımız zafer budur. 30 AĞUSTOS’ u kutlarken;

1699 Karlofça Andlaşması’dan beri, topraklarımızı elimizden almaya alışmış olanlara , ‘’BUNDAN SONRA VERECEK TEK BİR KARIŞ TOPRAĞIMIZ YOKTUR.” demek için yaptığımız Milli Mücadelemiz ve kazandığımız zaferle gurur duyuyoruz.

Yaklaşık iki yüz yıl boyunca egemenlik haklarımızı hiçe sayan Batı’ya karşı “ARTIK YETER BU MİLLET ADINA KARAR HAKKI BİZE AİTTİR.”dediğimiz ONURLU BİR DURUŞ’a bağlılığımızı tekrarlıyoruz.

18 ve 19. uncu asır boyunca bizleri etnik, dini, kültürel, eğitim ve ticaret açısından istismar eden ve sömüren zihniyete karşı, artık “ ELİNİZİ ÜZERİMİZDEN ÇEKİN “ diyerek ortaya konan “ULUSAL TAVRIMIZIN” bugün de arkasında olduğumuzu tüm dünyaya gösteriyoruz.




NE MUTLU;
Vatanı’nın, Milleti’nin ve Bayrağı’nın kıymetini bilerek ve Türk Silahlı Kuvvetlerine sahip çıkma cesaretini göstererek 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINI gerçekten kutlayabilenlere,


NE MUTLU;
Koca bir tarih yazıp kazanabildiğimiz EGEMENLİK HAKLARIMIZA sadakat göstererek 30 AĞUSTOS ZAFER bayramı ile gurur duyabilenlere.

NE MUTLU;
Bir ULUS olabilme uğruna, sömüren güçlere karşı ATA’ larımızın verdiği mücadeleyi anlayabilenlere ve bize bıraktıkları ULUSAL ve MİLLİ DEĞERLERE gerçekten sahip çıkıp arkasında dimdik durabilenlere.

Bu inançla Türk Milleti ve Türk Silahlı Kuvvetlerini tebrik ediyor, başta ATATÜRK olmak üzere KURTULUŞ SAVAŞI’ nın zaferle taçlanması uğruna canlarını feda eden, o dönem yaşanan sıkıntı ve acılara katlanan tüm büyüklerimizi şükran ve rahmetle anıyorum.

29 Ağustos 2008

21 Ağustos 2008 Perşembe

“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos;

"Bir süre önce “Dimitris Arhondonis” Bartholomeos; Cumhurbaşkanı, Başbakan yardımcısı, Dışişleri Bakanı, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, Milli Eğitim Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı ve ana muhalefet lideri Deniz Baykal ile görüştü.

Yapılan görüşmelerin konusu;Noel Baba ören Yerinde 6 Aralık günü yapılacak “dini ayinle” alakalı olmakla beraber, Rum cemaatine ait vakıfların mülkleri, yeni vakıf yasası, “Heybeliada Ruhban Okulu” ve dolayısı ile “ekümenik” liğe “Evrensel Statü” ye giden yolun açılması idi! Görüştüğü makamların hiç birisi, “Dimitris Arhondonis” Bartholomeos; un istek ve taleplerine cevaben;“Cumhuriyetin temel ilklerine ve varlığına aykırıdır” Diyemedi!

Oysaki
“Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın; 20 Ocak 1923 tarihli Hâkimiyet-i Millîye Gazetesi'nde yayınlanan. Fener Patrikhanesi ile ilgili beyanatı aşağıdaki gibidir”

'Bir fesat ve hıyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlık çıkaran, Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için uğursuzluğa ve felakete sebep olan, Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızın üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? Türkiye'nin Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan değil midir?'
Demişti!

Amerika Dışişleri Bakanlığı İse; Patrik Bartholomeos'u küresel çapta bir dini lider olarak gördüğünü;
Açıklıyordu!“ VOICE OF AMERICA dan alıntıdır”

Tarihe Düşülmüş Notlara Baktığımızda ise;T.C. Devleti tarafından, Fener Rum Kilisesine verilen “Tapu Senedinin” tarihinin 1992 olduğu; Dönemin Cumhurbaşkanının Turgut Özal olduğu; Başbakanın “49.Hükümetin Başkanının” Süleyman Demirel ve Başbakan Yardımcısının ise Erdal İnönü olduğu; Görülür!

Tapunun üzerinde; "birinci defa olarak zayiinden verilmiştir" ibaresi bulunmasına rağmen geçmişte var olup ta, sonradan zayi olmuş bir tapu da; Yoktur!

Peki ya günümüzde “2008” yılında durum nedir?TBMM'de Türk milletini temsil etmek üzere görev yapan vekilleri, Fener Rum Kilisesi'nin ekümenikliğine giden yolu açmak üzere “Vakıflar Yasa Tasarısını” meclisten; 241 Millet vekilinin evet oyu ile; Geçiriyor!.

Şimdi sıra; “Kin Kapısının” üzerine,"Yeni Roma Ekümenik Patriği" yazıl mayamı; Geldi?

Neydi Bu Kin Kapısı;“1820–1821 Mora isyanı, Balkanlar'ın Memaliki Osmanî'den ayrılmasını sağlayan en önemli hareketlerden biridir.
Sultan II. Mahmut'un padişahlık dönemindedir.
Sadrazam, Benderli Ali Paşa'dır. Fener Rum Patriği koltuğunda Gregorius oturmaktadır. Devletin yaptığı araştırmalar, isyandaki Rus ve patrikhane parmağını ortaya koydu.
Benderli Ali Paşanın emriyle yapılan patrikhane baskını-araştırmasında, patrikhanede gerçekleştirilen Mora İsyanı'nın plânına ilişkin belgelerin bulunması üzerine Patrik Gregorius yapılan muhakemesinde suçlu bulunarak patrikhanenin orta kapısı önünde idam edildi.
Olaydan sonra gizli olarak toplanan patrikhane yönetimi, aynı yerde bir TÜRK DEVLET ADAMI ASILANA KADAR KAPININ KAPALI TUTULMASINA KARAR verdi.
Söz konusu kapı Cumhuriyet dönemine kadar zincirlenmiş olarak tutuldu.
Daha sonra kaynaklanarak muhafaza edildi.
Hâlen bu kapı patrikhane çevrelerinde "KİN KAPISI" olarak anılmaktadır.”
“Kin Kapısının” açılmaması dileğiyle;

“Ekümenik” sıfatı nedir? Patriklere verilen, siyasi bir kariyerdir.
Ekümenik sıfatı olan patrik, tabasının siyasi ve ekonomik göstergesidir.
Savaştan barışa, ülkenin protokol işlerine kadar her şeyde son sözün sahibidir.
Ekümenikliğin en önemli özelliği, hangi kilisedeki patriğe verilmişse, o kilisenin bulunduğu şehir Hıristiyanlarındır anlamına gelir.
Ekümen patriğe bağlı olan taba, Ekümenik sıfata haiz olan patrikten daha etkin ve yetkin hukuk tanımaz!

Ekümenik Bize Nasıl Anlatıldı veya Nasıl Gösterildi?
Hiçbir devlet, kendi içinde bir ikinci devletin gücünü kabul edemez.
Ederse hem devlet hem de bağımsız olma özelliğini kaybeder.

Bu gerçeği;“Çok İyi Bilenler /Çok İyi Bilmeyenlere” halka “Eşitlik İlkesini” kullanarak, anlatmışlardır.
Oysaki durum devletin “Ülkesi ve Milletin” bölünmez bütünlüğü “Laik” özelliği ve “Hukuk Devleti” ilkesi ile ilgilidir.
Yargıtay kararına rağmen İstanbul'da yapılan “Dünya Ortodoks Gençler Konferansı” da “Dimitris Arhondonis” Bartholomeos;“Yargıtay'a ” cevap verir.
“Patrikhanemiz 6'ıncı asırdan beri ekümeniktir.
Bu tarihi bir unvandır.
Siyasi içeriği ve siyasi amacı yoktur, bütün dünya bunu 6'ıncı asırdan bu yana tanıyor” diye cevap verir ama;
“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos;
Ortodoks tarihini bilmez herhalde.
Ortodoks kilisesini “Aziz Andreas” Milattan Sonra 37'de.kurmuştur.
“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos; Göre “6'ıncı asırdan beri ekümeniklermiş”.
Roma İmparatoru “Büyük Konstantin” 313 yılında “Milano Fermanı” olarak bilinen bir fermanla, Hıristiyanlığı devlet himayesine aldı.
Konstantin “306/337” imparatorluk başkentini İstanbul'a taşıdı ve şehre Konstantinopolis yani “Yeni Roma” adını verdi.
“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos'un anımsamadığı;
Milattan sonra 325 yılında İznik'te toplanan ilk evrensel “ekümenik” konsili “dinî meclis” 300'ü aşkın dinî önderin katılımıyla Hıristiyanlığın “Amel ve İnancını” belirledi ve üç kiliseyi; “İskenderiye” “Antakya” ve “Roma” kiliselerini “ekümenik” ilan etti.

Bu üç kilisenin “ekümenik” ilan edilme sebebi havariler tarafından,kurulmuş olması ve “Apostolic” kökenli olmalarıydı.
Daha sonra “İmparator I. Theodosius” “379/395”Milattan Sonra 381 yılında 1. İstanbul “Konstantinopoli” Konsili’ni topladı ve İstanbul Piskoposluğu, Patriklik statüsüne kavuşturuldu.

Özetle Milattan Sonra 381 yılında, dinî egemenlik “İskenderiye Patrikhanesine” yönetim merkezi ise “İstanbul Patrikhanesine” geçti Son Olarak ta “İmparator Markianus” “450/457”Milattan sonra 8 Ekim 451'de topladığı Kadıköy “Halkidon-Khalkedon” Konsilinde tarihe meşhur 28. Madde olarak geçen kanun ile İstanbul'la birlikte Kudüs Kilisesi'ni de patriklik seviyesine çıkarttı.
“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos, ne diyordu;
“Bu tarihi bir unvandır. Siyasi içeriği ve siyasi amacı yoktur”

Fakat tarih imparatorluğun baskısıyla alınan siyasi bir karar olduğunu yazıyor.

Böylelikle“Dimitris Arhondonis” Bartholomeos Yargıtay'ın “Osmanlı zamanındaki imtiyazlara, anayasaya rağmen sahip olması düşünülemez ve sadece İstanbul Rumlarının dini işleriyle ilgilenebilir” kararını tanımıyor!

Ve uluslararası tüm yazışmalarında;
"EcumencialPatriarch and Archbishop of Costantinople and New Rome''
Unvanını kullanıyor. Yani;
" Yeni Roma'nın ve İstanbul’un Başpiskoposu ve Evrensel Patriği''.

Tüm Şehitlerimizi Rahmet ve Minnetle Anıyorum

Saygılarımla / C.Edis