28 Mart 2009 Cumartesi

Gazeteci Fatma Sibel Yüksek, ikinci iddianamenin 33 numaralı sanığı oldu.


'Dava Açtım, Sanık Oldum'


İlk Ergenekon iddianamesinde sanık olan acıkistihbarat.com adlı internet sitesinin sahibi Behiç Gürcihan’ın nişanlısı, gazeteci Fatma Sibel Yüksek, ikinci iddianamenin 33 numaralı sanığı oldu


Hakkında “silahlı terör örgütüne üye olmaktan 7,5 ile 15 yıl arasında değişen hapis cezası istenen Yüksek, 'şikâyet ettiğim için' sanık oldum” dedi.


Milliyet'ten Esra Alus'un haberine göre soruşturma kapsamında 9 Şubat 2007’de Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara ifade veren Yüksek, 1996 yılında Mustafa Balbay ile Cumhuriyet gazetesinde staj yaptığını ve halen de gazeteci olduğunu, Bursa Kent gazetesinde çalıştığını beyan etmişti.


Rehber delil oldu


İddianamede Yüksek’le ilgili, Balbay ile 4 kez görüşmesi, Gürcihan’ın telefonuyla birçok kez görüşme yapması ve sanıklardan Habip Ümit Sayın’ın kullandığı telefonun rehberinde kayıtlı olması gibi tespitler delil olarak gösterildi.


Delillerin değerlendirilmesi bölümünde ise Yüksek’in, Gürcihan’a ait internet sitesinde ilk iddianamenin sanıkları olan Oktay Yıldırım, Habip Ümit Sayın, Zekeriya Öztürk ve ikinci iddianamenin şüphelisi Adil Serdar Saçan’la birlikte yazılar yazdığı tespiti yer aldı.

Yüksek’in 31 Mart 2008’de “X Bayan” ile yaptığı görüşmede sarf ettiği sözler de “şiddet ve terör yöntemlerini benimsediği” şeklinde yorumlandı.


İddianamede Yüksek’in www.acıkistihbarat.com isimli internet sitesinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya ilişkin 7 Kasım 2008 tarihinde “Ergenekon savcılarının bittiği gün” başlıklı yazı yazdığı da belirtildi.


Bu yazının içeriğine bakıldığında da Yüksek’in “Ağır eleştiri sınırlarını aşar ölçüde, basın özgürlüğü ile açıklanması mümkün olmayan ifadeler ile kamu davası ve devam eden soruşturma aleyhine propaganda yaptığı, şüphelinin nişanlısı olduğunu beyan ettiği, sanık Gürcihan ile bağlantılı olarak Ergenekon terör örgütünün propaganda biriminde görevli olduğu, terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmakta” denildi.


Nişanlımı tanıyıp tanımadığımı sordu!


Yüksek, Ergenekon savcılarını dava ettiği için sanık olduğunu iddia etti. Yüksek, “İlk Ergenekon iddianamesinde nişanlımla aramızdaki özel telefon görüşmelerinin olduğu gibi yansıtıldığını gördüm. Kişilik haklarımızı çiğneyen savcıları dava ettim” dedi.


Terörle Mücadele’den arandığını, savcının daveti olduğunun kendisine bildirildiğini anlatan Yüksek, “Gittim. İfademi, savcılardan Ercan Şafak aldı. Nişanlımı ‘tanıyıp tanımadığımı’ sordu!.. Kız kardeşimi ‘tanıyıp tanımadığımı’ sordu!

Daha sonra adliyeden ayrıldım. İddianame açıklandığında, ‘medya yapılanması içinde yer aldığımızdan’ bahsediliyor. Ancak nasıl yer almışız, kime bağlı çalışmışız, kimden talimat alıp hangi işleri yapmışız, bunlar yok.”


28.03.2009


27 Mart 2009 Cuma

Ali İhsan GÜRCİHAN / ABD’li GENERAL’İN KEHANETİ !...


Yıl 1999,
Yer ANKARA,
ABD’nin Avrupada’ki Kara Kuvvetleri’nin Komutanı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin resmi konuğu olarak Türkiye’de ziyaretlerde bulunuyordu.
General MONTGOMERY.

"II nci Dünya Harbindeki meşhur o Montgomery ile sadece isim benzerliği."

TSK adına görev gereği refakatçi olarak bizzat yanındayım. Kendisine ev sahipliği yapmaya ve de bilgilendirmeye çalışıyordum.
Makam aracı ile giderken, bir ara bana PKK terör örgütü ile devam eden mücadeleyi kastederek "Kürdistan’da durum nasıl" diye sordu.

Bir anda hava değişmiş ve sırtım buz kesmişti.
Mesleğinin sonuna gelmiş ve Türkiye ile Irak konusunu çok iyi bilen bu adamın sorusunun maksatlı ve haince olduğu çok açıkça belli idi.

Sert bir üslup ile anlamadığımı ve neresi dediğini sorduğumda, tepkimi sezmişti ve daha sevimsiz bir hava yaratmamak için, bölge ismi vermeksizin "Hani şu PKK ile mücadele ettiğiniz o bölgeleri kast ediyorum." diye söylemişti.

Kendi açımızdan durumu izah edip, onun seviyesine gelmiş birinin böyle bir hata yapamayacağını ve bu tanımlamanın maksatlı olduğunu açıkça yüzüne söylemiştim.

Ayrıca, o sırada ziyarete gittiğimiz Kuvvet Karargâh’ına da bizzat onun yanında ve aracın içinden telefon ederek, "General’in edepsizlik ettiğini, saygıya layık olmadığını ve ziyaret sırasında da mutlak bir şeyler söylenmesi gerektiğini bildirmiştim."

Hatırladığım kadarı ile ziyaret edilen o zaman ki Kuvvet Komutanı Orgeneral Atilla ATEŞ’de gereken tepki de bulunmuş ve ayrıca durum Genelkurmay ve Dışişleri Bakanlığı’na da hazırlanan raporla iletilmişti.

Geldiğimiz, daha doğrusu getirildiğimiz şu noktada düşünüyorum da;
Aynı sahne şimdi tekrarlansa, nabız yoklayan ABD’li o küstah generale aynı tepkiyi gösterilebilir miydik acaba?
Artık kendimden bile şüphe ediyorum.
Bugün aynı konu sorulduğunda, belki de, sorusunun amacını dahi kavramaksızın kendisine “Kürdistan” konusunda ilave bilgiler verir ve kendisini bilgilendirdiğim için büyük mutluluk bile duyabilirdim.
Ya da “Sayın general siz artık oraları bizden daha iyi biliyorsunuz, lütfen siz bir şeyler söylerseniz biz de faydalanmış oluruz.” bile diyebilirdim.
Belki de daha doğrusu, tüm bu gelişmeler onların planladıkları gibi uyum içerisinde yürütüldüğüne göre bugün için o adam böyle bir soru sormaya ihtiyaç dahi hissetmezdi…

Sevgili Okurlar;
Stratejik ortak denen ABD, Büyük Orta Doğu projesi kapsamında, ne kadar önceden kim bilir bizim için de neler planladı ki, geldiğimiz noktada bugün bize kabul ettirilmeye ve yetkililerce ifade edilmeye çalışılan tanımlamaları, o general daha on yıl öncesinden hiç çekinmeden açıkça ifade ediyordu.
Demek ki, bugün geleceğimiz noktayı, onlar daha o günlerden bilerek konuşuyor, bizler ise uyuyor muşuz…

Ama artık uyum ve ağız birliği, en üst düzeyde bile gerçekleşmiş olmalı ki;
Ne ABD’li General’in “ Kürdistan” diyerek nabız yoklamasına,
Ne de onu diyen ABD’li generale tepki göstermeye gerek dahi kalmadı…

Stratejik ortakla birlikte sözde barış için başlanan bu yeni açılımın,
Türk Milleti’ne hayırlı olması dileği ile…
Bir dakika!...
Özür dilerim hata yaptım, binlerce özür…
“Türk Milleti” derken esasen artık,
“Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları” demem gerekiyormuş da…

Saygılarımla.

27 Mart 2009

24 Mart 2009 Salı

AÇIK İSTİHBARAT / Meyyal UYGUR Kanımıza Ekmek Doğruyorlar!..


Türkiye'nin kendisini inkâr anlamına gelen bu «sefer» , «akan kan duracak» diye pazarlanıyor. Neyle duracak o akan kan?..

1990'lı yıllarda şöyle dedi:

«Batı'nın 100 sene önce ortaya attığı Şark meselesinin devam ettiğini göreceksiniz. Sevr anlaşmasının üçüncü kısmının 62–63–64. maddelerindeki Kürdistan sınırlarını ve yine aynı anlaşmanın 89 ile 93'üncü maddelerindeki Ermenistan sınırlarını bir kere daha gözden geçirirseniz, Sevr anlaşmasında çizilen Ermenistan, Kürdistan ve bugünkü İsrail haritalarının birbiri üzerine nasıl oluşturulduğunu gayet açıklıkla göreceksiniz. O zaman, Osmanlı'dan, İngiliz marifetiyle alınan toprakların nasıl bugün Yahudilere teslim edildiğini göreceksiniz. İşte bu Çekiç Güç vasıtasıyla, uzun vadede yapılmak istenen de, bugünkü Kürt kardeşlerimizin bulunduğu toprakların, ileride büyük Ermenistan'a verilme çabalarının bir başlangıcıdır, aynı, 50 sene önce Filistin topraklarında yapıldığı gibi. Kim ne derse desin, bugün Çekiç Güç kuvvetleri, bir ana rahmi gibi, sınırlarımızda yeni bir devletin doğuşuna, oluşumuna yataklık yapmaktadır…»

Ve o doğumun ebeliğini yaptı… adını koydu… Acaba Talabani veya Neçirvan Barzani'nin kulağına ezan da okudu mu?


Çankaya Köşkü'ndeki Gül, tamı tamına 103 kişiyle, casus filmlerindeki gibi gizlice Bağdat'a gitti. Gazeteciler önce gizemli telefonlarla Köşk'te toplanmış, oradan havaalanına götürülmüş. Kendileri uçuşa geçmişken, Çankaya Köşkü internet sitesine de «yalan kabul haberleri» konmuş… Vay anasını!..

Acaba bu gizlilik kime karşıydı?

Bildiğimiz, PKK-DTP kanadı kendisini «güler yüzlü, temiz ağızlı» olduğu için seviyor.

Hele Talabani bayılıyor, «Sevgili kardeşim… Adı gibi gül gibi» diyor da, başka bir şey demiyor… ABD-İngiltere'den korku desek, zaten bu seyahati onlar programladı… Geriye tek korku kalıyor, herhalde Silivri'dekilerden gizlemek istediler!..


Evet Gül, «Kürdistan» adını koydu.

Savunması da hayli trajik;

«Anayasalarında Kürdistan Bölgesel Yönetimi yazıyor. Ne diyeceğim! Yunanistan Makedonya'ya Makedonya demiyor, diye biz de demeyecek miyiz? Irak Anayasası'nda ne yazıyorsa o. Ne diyeceğim ben?»

Sayın Gül biliyor musunuz, Makedonya Anayasasında da «Makedonya» yazıyor, tüm dünya Makedonya'ya «Makedonya» diyor, ABD'si, BM'si, Yunanistan'a da bu ismi tanıması için yapmadıklarını bırakmıyorlar ama Yunanistan direniyor…Acaba neden, hiç düşündünüz mü?.. Devlet de ondan, kırmızı çizgileri var da ondan, ABD, İngiltere, BM'den tırsmıyor da ondan!.. Radikal'in patronu İsmet Berkan Bey buyurmuş ki; «Türkiye Cumhuriyeti'nin bir tabusundan daha kurtulduk. Fena mı oldu?»

Şu Yunanistan ne geri zekalı ya, «tabularından bir türlü kurtulamıyor» !..


T.C.'nin en tepesinde olduğu için Başkomutan sıfatına da haiz kişi, «Kürdistan'ın 4 parçasını buluşturacak» Erbil Konferansını destekliyor, «herkesi muhasebesini yapmaya» çağırıyor… Kimse bu «herkes» ?..

İmralı'daki mi?..


İmralı'dakini ikna için benim bir fikrim var. Hani AKP, AB'nin «lağvedin» talimatına rağmen, 10 bin yeni korucu istihdam edileceğini açıkladı ya, işte Kandil'de «gitar çalan gençleri» korucu yapın, yaşlı «komutanlarına» da emekli maaşı bağlayın…

Kaynak mı?..

Şu darbe yapmayı planlayan emekli komutanların maaşını keser, verirsiniz, İmralı'dakini de onlara «başkomutan» atarsınız, olur biter!..


Türkiye'nin kendisini inkar anlamına gelen bu «sefer» , «akan kan duracak» diye pazarlanıyor.

Neyle duracak o akan kan?..

PKK'nın, Barzani'nin, ABD ve İngiltere'nin hayallerini gerçekleştirmekle.. Zaten o kanlar da, bu hayallerin gerçekleştirilmesi için akıtılmadı mı? Beyler, akan kanlar, koyun kanı değildi, kınalı kuzuların, Mehmetçiklerin kanıydı…

Artık Türk Milleti'nin kanına ekmek doğranıyor, farkında mısınız?..


Görev bölüşümü nasıl da tıkır tıkır işliyor… Biri içerde milleti, «kış uykusuna yatmış» muhalefeti oyalıyor, diğeri dışarıda Türkiye adına çekler, senetler kesiyor!..


ABD-İngiltere, kendilerine hizmet için göreve getirdiği Irak Başbakanı Maliki'yi gözden çıkardı. Şimdi sırada yine kendi atadıkları Afganistan Devlet Başkanı Karzai varmış…Emperyalizmle «işbirliği» işte böyle bir şeydir.

İlgili tüm taraflara duyurulur!..

Tarihe Not Düşmek

Soros'dan, AB'den, AB'den fonlanmak serbest…

Türk Metal İş Sendikası Başkanı Mustafa Özbek'ten yardım istemek müebbetlik suç…


Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yıkıp, yerine emperyalistlerin istediği modeli koymak için her türlü oyunu çevirmek «demokrasi»

İktidara cephe almak «faşizm»


Dış güçlerin bu ülkede kimin bakan, başbakan, hatta Cumhurbaşkanı olacağını söylemesi «küreselleşme»

Emekli askerlerin ülke yöneticileri hakkında görüş beyan etmesi «cuntacılık»...


Dünya yıkılsa bir araya gelmesi imkansız liboşlar ve din tüccarlarının T.C.'yi yıkmak için kol kola girmesi «sivil hareket»

T.C.'yi korumak isteyenlerin dayanışması «terör örgütü» kurmak…


Sivil darbeye yardım ve yataklık «özgürleşme»

Muhtıra, darbe sohbetleri yapmak «idamlık» suç…


Kayseri'de F tipinin komplolarını ortaya çıkarmak, «hipnoz, yalan haber» …Ergenekon'dan gözaltına alınanların ifadelerini, evlerinden alınan belgeleri çarşaf çarşaf yayınlamak «basın özgürlüğü»


Birtakım muhip gazetecilerin MİT'te PKK'ya af planlarını görüşmesi, bunları pazarlaması «habercilik»

Mustafa Balbay'ın askerlerle görüşmesi «darbe hazırlığı»


Mehmet-Ahmet Altanların, Cengiz Çandarların, Ekrem Dumanlıların Erdoğan ve Gül'le kapalı kapılar ardında «yazılmamak» kaydıyla görüşmesi, «İzleyin, bu iş çok büyüyecek» alarmı verilmesi «vakay-ı adiye»

Ergenekoncuların görüşmeleri «tarihi olay»


29 Mart seçimlerinden sonra «sivil anayasa» yapılacağını müjdelemek «devrim» …Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş esaslarına, yani Anayasa'ya sahip çıkmak «darbe»

Falan, falan…Artık «gizli ajandaları» yok, her şeyi açık açık söylüyor, açık seçik yapıyorlar!...


Aç aç aç…

Tanı tanı tanı…

Ver ver ver…

Sen bu ahval ve şeriat içinde yine de «Büyük Düşünmeye» devam et Türkiyem.

Büyük düşün ki, küçüldüğünü, küçültüldüğünü fark etmeyesin !

Ne de olsa « Veren el, alan elden üstündür» değil mi?

22 Mart 2009 Pazar

Ali İhsan GÜRCİHAN / NEVRUZ BARIŞ İÇİNDE GEÇMİŞ İMİŞ !...



Ülke genelindeki seçim kampanyalarının gürültüsü arasında bu yılki Nevruz Kutlamaları da yapıldı ve bitti.

İktidar destekçisi bazı basın organları amaçları gereği ,bu yıl kutlamaların geçmişin aksine barış ve huzur içerisinde geçtiğini vurgulayarak her zaman olduğu gibi kamuoyunu yanıltma görevini de bir defa daha yerine getirdiler.

Doğrudur,Güney Doğu’daki illerimizde yapılan kutlamalarda vurma,kırma ya da yakıp,yıkma gibi bir olay çıkarmadılar.
Yanlış anlaşılmasın,olay çıkmasını isteyen yok ama,
bu tür olayları neden çıkarmadıklarını ve sözüm ona kutlamalarda yaptıklarının ve söylediklerinin ne anlama geldiğini de bir düşünün bakalım.

-Hiçbir ortak değeri ve yasaları takmaksızın gözümüzün içine bakarak,bölücü söylemlerini rahatlıkla haykırıyorlarsa,
-Terörist başının mesajını kendi sesini de kullanarak okuyor ve terör örgütünü yüceltiyorlarsa,
-Bu Ülke’nin Güney Doğu’sunu ”Selam Sana Kürdistan”diye ayırarak ifade ediyorlarsa,
-Sözüm ona direniş sembolü olarak,küçücük çocuğu elinde silahla ve terörist kıyafeti ile kürsüye çıkarıyorlarsa,
-Seçim’in bölge için bir referandum olacağını ve 21nci Yüzyılın Kürtler’in özgürlük yılı olduğunu belirterek,federasyona giden yolda niyetlerini açıkça söylüyorlarsa,
-Sözüm ona barış için terörist başının özgürleşmesi gerektiğini ve 2010 yılı Nevruz’unu Katil Öcalan ile birlikte kutlayacaklarını ortaya koyuyorlarsa,

Ve de;
Güvenlik ve asayişi sağlamakla sorumlu Devlet Gücü’nü içlerine sokmayacak kadar baskı oluşturabiliyorlarsa,olay çıkarmaları için bir neden varmı ki ?...

Ulusal niteliği ve Ulusal kurumları kendi siyasetçileri tarafından yıpratılmış ve akıl tutulmasına uğratılmış bir güç karşısında artık meydanlarda geçmişteki gibi yakıp yıkacak olaylar çıkarılmasına gerek kaldı mı ?

İki ay önce Fetullah kuruluşlarınca nabız yoklaması olarak Erbil’de gerçekleşen “Kürt Sorununa Çözüm” toplantısı boşuna mı yapıldı.Şimdi de Cumhurbaşkanları seviyesinde ön görüşmesi yapılan ve Nisan ayında yine Erbil’de bu sefer resmi olarak yapılması planlanan toplantının amacı ortada değil mi ?
Kendi planlarına göre yürütülen,Uluslar arası boyutlara ve masalara taşınan,ABD ile çözüm aranan bir konu için bu safhada artık neden olay çıksın ki !...

Bir hükmü olmasa da,kendi çapımda sesleniyorum ;

Oy uğruna,çıkar uğruna yalan yanlış bilgilerle, zorlama ve saptırma yaklaşımlarla Devleti ve geçmiş mücadeyi yıpratan ve de seyreden gafiller, artık uyanın ve kendinize gelin.
Değerlerimizi yıpratmaktan ve münferit hukuki olayları genelleyerek basit çıkarlarınız için siyasete alet etmekten ne olur artık vazgeçin...
Oy uğruna acımasızca ve abartarak yaptığınız bu psikolojik savaşla Ülkeyi geri dönülemeyecek bir noktaya sürüklediğinizi ve yıprattığınızı artık görün ?

Evet, tüm bu söylem ve gelişmeler önemli değilse,doğrudur ben de kör ve sağırların arasına katılıyorum.
“Nevruz gerçekten barış ve huzur içinde kutlanmıştır.”

Ama bilin ki;
Bölücülerin değirmenine su taşıyan tüm bu sorumsuz ve duyarsız yaklaşımlar,sadece Ülkemizi zora sokmakla kalmayacak,bu işe çanak tutanlar ile sessiz kalanları da tarih önünde hesap veremeyecekleri bir felakete sürükleyecektir.



NOT: Bu yazım,Nevruz’un gerçek anlamında kutlamalara katılan Vatandaşlarla hiçbir ilgisi yoktur.Bu güzel günün hepimize güzellik ve mutluluk getirmesini diliyorum.


23 Mart 2009

18 Mart 2009 Çarşamba

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT Leş Kargaları ve Esenboğa'ya Dikilecek «Bayrak»!..


Tv ve gazetelerin «ağır misafiri» Irak Cumhurbaşkanı Talabani, çok «vefalı» bir adam. Gül'le görüştükten hemen sonra «ezeli dostları» Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Mehmet Ali Birand ve İlnur Çevik'le buluştu, «ahval-i adiyeden» haberlerini yine onlarla paylaştı. Çandar büyüğümüzün bildirdiğine göre, «tabii ki PKK'nın silahsızlandırılmasını» konuşmuşlar!..

Irak'ın Cumhurbaşkanı buyurmuş ki;

«Dönem silahlı kurtuluş mücadelesi yapılması dönemi olmaktan çıktı. Artık herhangi bir amaca ulaşmak için silah yerine, siyasi yöntemler, diplomasi, kitle hareketleri vs ve özellikle iletişim araçları kullanılıyor…»

Demek ki neymiş; PKK bugüne kadar bir «amaca» ulaşmak için silah kullanmış. Sağolasın Mam Cemal…Bizden bazıları hala PKK'nın «zevk için bebeleri, Mehmetçiği öldürdüğünü» sanıyor da!..

Başka neymiş; «artık siyasi yöntemler, diplomasi, kitle hareketleri ve iletişim araçları kullanılıyor» muş.

Buna da sağol, «elhamdülillah» o cephe görevini hakkıyla yerine getirdi, getiriyor. Baksanıza devlete bile Kürtçe Tv açtırdılar!.. Ama iş daha bitmemiş ki Mam Cemal, «Kürtlere sabırlı olmalarını» tavsiye edip,

«Sorunun adım adım, evrimsel gelişmelerle çözüm rotasına gireceğini ve kendilerinin de buna destek olacağını»

duyuruyor.


Ama Mam Cemal'in hadi biz Türkler neyse, «dostlarını» da «salak» yerine koymasına açıkçası bozuldum.

Amerikalıların veya Türkiye'nin, kendilerinin de rol alacağı bir «Kürt sorunu çözüm planı» olmadığını söylemiş. Onlarca yazı yazdım yahu, David L. Phillips'in, CIA'cı Henry Barkey ve MİT'in planları hakkında…

Resmen beni tekzip ediyor.

Ben üzülmeyeyim de, kim üzülsün!..

Neyse, aynı Talabani'nin Sabah'tan Nur Batur'a, «PKK silahlarını Amerikalılara verecek» dediğini görünce biraz rahatladım.

Barkey'in raporunda da öyle yazıyor zaten!..


Yine de biz, «salak» muamelesi görmemek için ortada bir plan falan olmadığına inanalım.

Ne de olsa söyleyen, Irak'ın Cumhurbaşkanı, daha önemlisi Abdullah Gül'ün «sevgili kardeşi» !..

Esenboğa'ya «Kürdistan» Bayrağı Çekecek miyiz?


PKK işi tamam ya, Talabani ve Soros ekibi yeni «siparişleri» de bildiriyor. Çandar büyüğümüz, Türkiye ile Irak Kürtleri arasındaki yakınlaşma'nın en büyük belirtilerinden birisinin, yerel seçimlerden sonra Mesut Barzani'nin Türkiye'ye gelmesi olduğunu söylüyor. Zaten Talabani'nin de bu yöndeki hazırlıklardan «haberi var» mış ve «Mesut Bey'in yakında Türkiye'ye geleceğini» doğrulamış!..

Ne tesadüf Soros'un seslerinden Mensur Akgün de, seçimlerin ardından Gül ve Erdoğan'dan, «Kürt sorununu» çözdükleri gibi, Ruhban Okulu'nu açıp, Ermenistan'la ilişki kurulacağını açıklamaları ve dahi «1915 trajedisinden üzüntü duyduklarını» söyleme «sürprizlerini» beklediklerini peynir-ekmekten söz eder gibi anlatıyor!..

Emriniz olur beyler de;

Önemli bir detayı unutmuşsunuz…Barzani geldiğinde Esenboğa'da göndere «Kürdistan» bayrağı çekmemiz gerekmiyor mu?!..

İtalya'dan aşağı kalacak halimiz yok, değil mi?..

Teröristbaşı, Erdoğan ve Fehmi Koru

Bu «tarihi dönüşüm» günlerinde Fehmi Koru, ezeli rakibi Cengiz Çandar'ın gerisinde kaldı diye üzülüyordum.

Neyse, yetişti. Hani teröristbaşı ve PKK, «Geçmişle yüzleşmek için tahkikat komisyonu kurulmasını» isteyip, duruyordu ya, Koru da, buradan işin ucunu tuttu, hem de teröristbaşınınkine pek benzer söylemlerle.

Şırnak-Silopi'de Botaş tesislerindeki «kuyulara» atfen,

«Kuyuların açılması, tepelerin kazılması, kaçınılmaz olarak, bir dönemle yüzleşmeyi getirecek…Daha önce benzer süreçlerden geçmiş ülkelerde de yaşandığı için biliyoruz…»
Buyurdu.


Bence o «komisyonun» başkanlığı hak etti!..

Zaten terörisbtaşı, «Fehmi Koru'yla da görüşebilirim» dememiş miydi?..


Ya daha ortada DNA testi filan yokken, T.C. Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın hafta sonu Kırklareli'nde söyledikleri;
«Çukurlardan ne çirkin planlar çıkıyor görüyor musunuz? Milleti bölmeye, milletin arasına nifak tohumları ekmeye çalışmışlar. Karanlık senaryolar yazmışlar. Hukukun dışına çıkmışlar. T.C. Devleti'ne, T.C. Hükümetine kast etmişler. Her şey artık gün yüzüne çıkıyor…»

Diyor.


«Konsey» , «hükmü» çoktan vermiş dostlar, ne desek boş!..

O komisyonu kurar, «Sayın Öcalan» ın bir isteğini daha yerine getirirler!..

18 Mart, Şehitleri Anıyoruz(!)


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 18 Mart Şehitleri Anma Günü için, «Yüce ulusumuzun gücü, saygınlığı, onuru, huzuru, bağımsızlığı ve istikbali «şehit» kavramında gizlidir. Şehitler, ulusun varlığının bekası için can vererek, kendilerinden sonra gelen nesillere, yaşam hakkını kazandıran ulu çınarlardır» mesajı yayınlıyor.


Aynı esnada Talabani, Irak'ta yapılacak Kürt konferansının asıl görevinin, «PKK'nın artık yeni bir hayata başlaması» olacağını söylüyor…

Ezeli-ebedi dostu İlnur Çevik de, Talabani'nin masasından kalktıktan sonra, PKK'nın derdine şöyle tercüman oluyor; «Onların derdi şu; Adam dağdan indi otomatikman köyüne gidebilsin. Biliyorsunuz. Dağdan inen önce mahkemeye çıkıyor…»


Kabus gibi…


Acaba o «ulu çınarlarımızın» da yeni bir «hayata» başlaması.


Ve


«Ulusun varlığının bekası için can vermeye koşan» insanlarımızın «leş kargaları» tarafından «otomatikman» parçalanmasının önüne geçmenin bir yolu var mı?..

17 Mart 2009 Salı

Ali İhsan GÜRCİHAN / HESAP DEFTERİ


Öğretim Üyelerinden Prof.Dr.Eser KARAKAŞ,Prof.Dr.Mehmet ALTAN ve Doç.Dr Şahin ALPAY ,Akıl Defteri isimli bir proğram yapıyorlar.

Hangi kanalda mı?
Hangisi olacak,Fetullah’ın çizgisindeki MEHTAP TV’de.

Peki ne konuşuyorlar ?
Sözüm ona ,Demokrasinin gelişmesine katkı sağladıkları iddiası ile,doğruluğuna ve yanlışlığına bakmaksızın herhangi bir olayı ya da suç işlediği iddia edilen bir kişiyi gerekçe göstererek Devleti yıpratmak adına ne gerekiyorsa onu konuşuyorlar.

Kısacası görüş açıklamaktan ve eleştiriden öte bir söylemle ,nefret uyandıran ve alaycı bir uslüpla başta TSK olmak üzere Devlet’e verip veriştiriyorlar. Proğramlarına destek ve dayanışma adına da özellikle bu doğrultudaki izleyici görüşlerini büyük bir keyifle açıklıyorlar.

Bu öğretim üyeleri, Demokrasi,İnsan Hakkı,Özgürlük ve Hukuk gibi değerlere saygıları gereği,bir türlü Deniz Feneri,iktidar çocuklarının şirketleri,usulsüz krediler,PKK terör örgütü ve yolsuzluklar konularında tek kelime dahi etmiyorlar.

İnandıkları değerler gereği bu konularda hassasiyet gösteren Hocalarımız her nedense bütün proğramlarında mutlaka Devlet’i ve Asker’i masaya yatıracak bir konu bularak,küçümseyen bir uslüpla ve de abartarak ağızlarına geleni hiç çekinmeden konuşmayı ise ihmal etmiyorlar.Hem de ne hukuk ne de insani değerlerin hiçbirine saygı duymaksızın.

Hele konu,Ergenekon ve bu kapsamda tutuklu bulunan kişiler olunca,
alaycı ve çirkin uslüpları ile haklı haksız her şeyi çok rahatlıkla söylüyorlar.Ergenekon aşağı,Ergenekon yukarı…
Üstelik dava sonuçlanıp gerçek ortaya çıkana kadar terör örgütü denmeyecek ve dava içeriği konular basında kullanılmayacak diye çıkan hukuki karara aldırmaksızın.

Demek ki bu koca Akademisyenlerimizin hak,hukuk ve özgürlükler ile demokrasiden anladıkları bu kadar.Kendilerine layık gördüklerini,başkalarına layık görmeyen bencil ve densiz bir yaklaşım. Anlayışlarına göre,herhalde tek taraflı demokrasi ve sadece belli bir kesimin insan hakkı ve hukuku onlar için yeterli.
Ya diğerleri !... Hadi canım sende …Nasılsa onların ümükleri sıkıldı,sesleri çıkacak halleri de kalmadı ya.Boş ver gitsin…

Bir de; bu Öğretim Üyeleri, büyük bir pişkinlikle,demokratik bir yaklaşım içerisinde olduklarını,proğramlarında tüm izleyenlerin görüşlerine yer verdiklerini belirtiyor ve en azından böyle bir izlenim de yaratmaya çalışıyorlar.

Proğramın havasını bozmayacak birkaç küçük istisna dışında,ne yazık ki gerçek hiç de öyle değil.
Aydın kişiler oldukları için,farklı bulsalar bile benim görüşlerime de yer vereceklerini düşünerek,Ergenekon konusunda bazı yanlışlıkların da olabileceğini iki defa bilgisayar ortamında yazarak göndermiş olmama ve iki defa da mesaj çekmeme rağmen, ne görüşlerime yer verdiler,ne de sonradan bir cevap verme nezaketi gösterdiler.

Yaklaşık iki ayı süren bu çabamın karşılıksız kalması,üzüntü ile ifade edeyim ki,mesleğinin doruk noktasına çıkmış bu Akademisyenlerin demokrasi ve insan hakları konusunda, bence samimi olmadıklarını ortaya koymaktadır.

Koşulsuz ve ön yargılı bir hesaplaşma adına yapılan bu özel yayınla, insanları demokrasi ve insan hakları ekseninde kaynaştırmak yerine, ekrandan saçılan kin ve nefret tohumları ile,iddialarının tam aksine insanlar arasında kutuplaşmaya neden olduklarını düşünüyorum.

Evet hocalarım ; benim bildiğim Akademisyen kişiler aldıkları eğitim ve bilimsel yaklaşımları gereği doğruluğu ispat edilmemiş konularda temkinlidir ve de dikkatli konuşurlar. Akademisyen kişilerin bu kadar yanlı,kindar ve tek taraflı bir yayın yapması beni açıkçası rahatsız etmekte ve ürkütmektedir.

Yaptığınız AKIL DEFTERİ proğramının içeriği ve uslübu ile halkı bilinçlendirmekten öte daha başka bir amaca hizmet ettiğini ve proğramınızı HESAP DEFTERİ olarak adlandırmanın daha gerçekçi olacağını düşünmekteyim.

Sayın Hocalar, kısacası ve açıkçası ;
Önem verdiğinizi söylediğiniz ve benim de en az sizin kadar önem verdiğim Demokrasi ve Hukuk bu Ülke’de var olduğu sürece,
İNANIYORUM Kİ …
ZAMAN, SİZİN YAPTIKLARINIZI DA YARGILAYACAKTIR.


Saygılarımla…

16 Mart 2009

16 Mart 2009 Pazartesi

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT Hayırdır; TSK da mı «Sivil Sözcü» Kullanıyor?..


Emekli generaller Aytaç Yalman ve Salim Dervişoğlu, Türkiye'nin kırmızı çizgileri konusundaki «şeceresi» belli İlter Türkmen başkanlığında «Kürt sorununa» çözüm paketi hazırlıyor.


Dervişoğlu, bir adım öne çıkıp, Başbakan Erdoğan'ın dünür oğlunun;

«Dağa çıkan insanlarla doğru dürüst kucaklaşıp barışma feraseti gösterilmesini, Diyarbakır Askeri Cezaevi için özür dilenmesini, Başbakan'dan, Kürdistan Bölge Yönetimi'ni resmen tanıyıp, onunla safları sıklaştırma konusunda cesur inisiyatif beklediklerini»


yazdığı ve dahi «Türk-Kürt kardeşliğinin ihyasına hizmet eden Gülen Hareketini hürmet ve muhabbetle» selamladığı Yeni Şafak Gazetesi'ne, «Kürt sorununda yanlış yaptık» demeci veriyor.

Eş zamanlı olarak ABD-AB muhipleri, «PKK ve Kürt sorununu çözüyoruz» diye çığlık atıp, ellerini ovuşturuyor ve «su sorunu» için İstanbul'a gelip, Gül tarafından öpülerek karşılanan Talabani'nin çantasından «PKK'ya af planı» çıkıyor. Herkesin «çözüm» diye pazarladığı da, ABD'nin 2007'de David Phillips'e, 2009'da ise CIA elemanı Henry Barkey'e hazırlattığı, bu sütunlarda defalarca anlattığım planlar…Görüldüğü gibi ABD bunları kendisi resmen söylemiyor, ya ne yapıyor, «sivil sözcü-muhip» kullanıyor!..


Hakkari Yüksekova'nın DTP'li Belediye Başkanı Salih Yıldız, «Ergenekon ortaya çıktı, olaylar bıçak ağzı gibi kesildi» buyuruyor. Benzer söylem, iktidar medyasına da hakim. Adamların istediklerini yaparsanız, yapacağınız umudunu verirseniz elbette terör durur, beklemeye geçer. Hele de kış hazırlığına yatmışken…


Bakıyoruz Ergenekon «uzmanları» başta olmak üzere pek çok «mandacı» , TSK'nın «PKK ve Kürt sorununa çözümü» desteklediğini yazıyor. Barzani, İngiltere'den «Artık Türkiye'den korkmuyoruz» açıklaması yapıyor, Dış İlişkiler sorumlusu Sefin Dizayi, Todays Zaman'a, «PKK liderlerinin Avrupa veya İskandinav ülkelerine gönderileceğini, geri kalanlar için genel af çıkarılacağını» söylüyor. Nisan'da Erbil'de düzenlenecek olan ve bir anlamda ABD planlarının kurumsallaştırılacağı «Kürt Konferansı» na, iktidar ve MİT'in destek verdiği, bu toplantıya ABD ve AB temsilcilerinin katılacağı da duyuruluyor…


David Phillips'in raporunda şöyle bir ifade vardı;

«Türk politikalarını ve halkı etkilemeye devam eden, değişikliklere direnen TSK'nın, «demokratik asker» haline getirilmesi…»


Henry Barkey de, hazırladıkları planın yürümesi için ABD ve AB'nin, «TSK ve milliyetçi muhalefete karşı, iktidarı desteklemesini» öneriyordu.


Ve TSK'dan çıt çıkmıyor…

O emekli paşaların görüşleri için hiç de, «Bizi bağlamıyor» denmiyor…

Hayırdır, «PKK'ya genel af ve Kürdistan'ın tanınmasında» artık bir sakınca yok mu?..

Hakikaten, «Kürt sorununda yanlış yapıldığı» mı düşünülüyor?

Bu ne demektir ve bunun sonu nereye varır, farkında mısınız?

AB'nin imzalamamız için tepemizde boza pişirdiği Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne!..


Roj-Tv'nin Diyarbakır'da Bürosu Mu Var?..


DTP'nin, Dağlıca baskınına ithaf için hazırlanan «Oramar» ı seçim şarkısı yaptığını duyurduk, kimsenin kılı kıpırdamadı…

Yeni bir haber daha vereyim. Danimarka Başbakanı, şimdilerin NATO Genel Sekreter adayı Rasmussen'e, kapatılması için sözüm ona baskı yaptığımız, Erdoğan'ın Danimarka'daki bir basın toplantısını terk etmesine sebep olan Roj-Tv galiba Diyarbakır'da büro açtı…

Bundan 1.5 ay önce dikkatimi çekti, baktım Emine Ayna Roj'un canlı yayınında.

Avrupa'da bir ülkeye gittiğini ve oradan katıldığını düşündüm.

O günler, hangi günler miydi, biliyor musunuz?

Avrasya Televizyonu'na baskın yapılıp, Mustafa Özbek'in gözaltına alındığı günler.

Kendi kendime, «Emine Ayna Türkiye'de Roj-Tv'nin canlı yayın konuğu olsa, muhakkak buraya da baskın yaparlardı» dedim…

Fakat o da ne, önceki gece bu defa Osman Baydemir'i yine Roj'un stüdyosunda canlı yayın konuğu olarak gördüm.

Yerel seçim çalışmalarını yürüten, mitinglerde halkı «galeyana» getiren Baydemir'in yurtdışında olması mümkün değildi.

Hal böyle olunca, «Roj-Tv'nin Diyarbakır'da bürosu mu var veya hangi tv istasyonu Roj'a yardım-yataklık ediyor» diye sormam farz oldu…

Farz oldu olmasına da, sorumun muhatabını bulamadım!..

Devlet eliyle «Kürtçe yayın» yapanlar mı, bu yayınları «üniter ve milli yapıya zarar vermeyen kültürel açılım» sayanlar mı?..


Yoksa, «İmam böyle yaparsa, cemaat ne yapmaz ki» deyip, sorumu geri mi alsam acaba?..

15 Mart 2009 Pazar

Behiç GÜRCİHAN / AÇIK İSTİHBARAT «Ergenekon» un Deli Bahçesindeki «Napolyonlar»


«Ergenekon» çuvalından tombala çekseniz en azından bir narsiste rastgelme olasılığınız o kadar yüksek ki.


Bu operasyonun bir gün tarihi yazıldığında, istihbarat servislerinin megalomanları, narsisleri ve şizofrenleri nasıl harmanladığını ve yönlendirdiğini klasik bir vaka olarak herkes görecek.


Rus edebiyatında rastlayacağınız cinste takıntılı veya Amerikan filmlerinde karşılaşacağınız türde şizofren o kadar karakter var ki; bu tiplemelerin nakış misali nasıl işlendiği «Ergenekon» şifresini çözecek olanlar açısından önem arz ediyor.


«Deli» hastanesinin bahçesinde «ben deli değilim» diyerek dolaşan «Napolyon» misali, kendimizi bir kenara koyarak anlatalım:


Bu çuvalın içindeki birçok insanın ortak özelliği «temizlik hastalığı»


Her sabah el ve ayak tırnaklarını çamaşır suyuyla dezenfekte eden de burada; gazetesine koğuş arkadaşı elledi diye o gazeteye elini sürmeyen de..



Dış görünüşe verilen aşırı önemi, aynanın önünde kravat denemeleri ve kahvaltı tabağına her sabah sayılı zeytin koymak gibi düzen takıntılarını ise vaka-i adliyeden sayıyoruz.


Kendini beğenmişlik ve narsizm, farklı seviyelerde de olsa neredeyse herkesin ortak özelliği.


Birçoğu davanın kendi savunmasıyla çöktüğü iddiasında.

Dava çöküyor ama nedense biz hâlâ enkazın altındayız.


Erzurumlu Teyyo Pehlivan'ı kıskandıracak hikâye anlatma kabiliyeti de Ergenekon çuvalında mevcut.

Örneğin bir tanesi, intihar eden Özel Harekât Dairesi Başkan vekili Behçet Oktay'ın «kendi öğrencisi olduğunu» söyledi.

«Öğrencim» dediği adam kendisinden en az on yaş büyük!

İstanbul'u PKK'dan temizleyecek projeyi geliştirdiği için içeri alındığını iddia eden yan masada; telefonda «Muzaffer Tekin de kimmiş, onu biz içeri aldırdık» diye atıp tuttuktan sonra; mahkemede «Efendim, ben arkadaşlara hava atıp geyik yapıyordum» diyerek Mahkeme Başkanı'na saç baş yolduran karşı masada yemek yiyor.


«Köksal Şengün'ü tanırım, bizim adamımızdır; o işi hallettiririz» diyerek telefonda arkadaşına hava atan, «adamı olduğunu» iddia ettiği mahkeme başkanı Şengün'ün karşısına geçtiğinde bu boş boğazlığını açıklamaya çalışırkenki hâli ise dünya hukuk tarihine geçecek bir sahneydi.


Görmenizi isterdim; «Ben senin adamınmışım, doğru mu?» diye soran hâkim karşısında o yaratıcı zekânın kıvranışını…


Narsizm Oskar'ını ise, bir gün koğuşta, «Bir gün adamlığın kitabı yazılacak ve o kitap benim hakkımda olacak» diyen arkadaşa veriyoruz.


İçine düştüğü çukuru yâdsıma ve kabul etmeme psikolojisinin yansıması olsa gerek, «5 sene içinde devrim olacağı» öngörülerine veya bu çuvaldan, bu dinamikten bir siyasi hareket/lider çıkarılacağı ümidine sarılanlar da var.

Hâlbuki bu çuvaldan çıkanlara olsa olsa bu operasyona yaptıkları katkılardan dolayı birkaç milletvekilliği, birkaç yönetim kurulu üyeliği verilerek en fazla kitap satışlarının veya avukatlık ücretlerinin artması yanlarına kâr kalacak.


Yine de insan üzülüyor, bu kadar yüksek mevkilere gelmiş insanların kendileri de inanarak,

«Bir gün koğuş kapısı açılacak ve jandarma selam durup «buyurun komutanım» diyecek» cümlesini kadar kendi hayal dünyasında yaşadıklarını görünce…


Farklı insan havuzları yaratıp bu havuzlardan ihtiyaçlarına uygun balıkları seçme, günümüzde istihbarat servislerinin en önemli iştigal alanı. «Ergenekon» operasyonunu kurgulayanlar, «Ergenekon» soruşturmasına dâhil olan ve olmayan bu balıkları seçerken, şizofrenlere ayrı bir önem vermişler.


Şizofrenler bu operasyonda işaretleme (tagging-flagging) maksatlı kullanılmış.


Zeki şizofrenlerden bahsediyoruz.


Paranoyaları ile besledikleri ve gerçekliğin yerine ikame ettikleri kendi hayal dünyalarını zekâları ve mevkileri nedeniyle çevrelerine de inandırabilen ve harekete geçirebilen şizofrenler.


İşte bunlar, «O onu tanıyor, o onla resim çektirmiş» mantığı üzerinden örgüt inşa edilmeye çalışılan bir soruşturmada, insanlarla tanışarak ve insanları tanıştırarak kilit rol üstlenmişler.


Geçenlerde, gözaltına alınan bir diğerinin hikâyesini okudunuz gazetelerde.


Çevresindeki bir işsiz vatandaşı, davanın bir başka sanığına «emekli albay» olarak tanıtıp kendisini de «Genelkurmay ile bağlantılı» gösterip kendi hayal dünyasında görev bekleyip görev icat eden bu şahsiyet, kendisini de çevresini de bu senaryoya inandırmayı başarmış…


Daha da vahimi, Radikal gazetesi, en ufak mantık süzgecinden geçmeyen bu deli saçması senaryoyu manşet yapmış.


Hatırlarsınız, aynı Radikal Ogün Samast için Bayrampaşa Cezaevi'nde koğuşun kırmızı halılarla kaplandığını, Samast'ın yatağına ipek çarşaflar serildiğini manşete taşımıştı.


İsmet Berkan'ın gazeteci olabildiği bir ülkede, şizofrenler de albay olup özel ekip kurabiliyorlar doğal olarak…


Televizyon alt yazı geçtiğinde, «CİA bana bu altyazılarla mesaj yolluyor, korteksime görüntü iletiyorlar» diyen de var…


Bu isimlerin «Ergenekon» ilişki şemasındaki yerlerine baktığımızda, Facebook kriminolojisi (tanıdığımın tanıdığı) yöntemi ile kotarılan bu davada ne mühim roller üstlendikleri ortaya çıkıyor.


Kim olduklarını merak ediyorsunuz.


Ali, Veli, Deli…


  • Kim olduklarının hiç önemi yok ama bu insanların anlattıkları hikâyeleri, çektikleri resimleri, yaptıkları telefon konuşmalarını ciddiye almaya karar verip onlarca insanı hapis tutan bir iddianameyi yazanların insanları «terörist» ilan eden manşetleri atanların isimleri belli.


Sizce bu deli bahçesinde «Ben deli değilim» diye dolaşan tek «Napolyon» ben miyim?




Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT Arınç, Obama, Toptan, Ergenekon Ve Münevver'i Kim Öldürdü…


TBMM eski Başkanı Bülent Arınç'ın, son «TSK seferi» malum.


Ergenekon iddiaları üzerinden,

«Allah'a çok şükür ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak hali yok. Askerlikten başka her şeyi yapmışlar»


Buyurdu.


Genelkurmay Başkanlığı da, kendilerine cevap verirken, «Bu tip kişilerin görüşlerinin malum olduğunu» hatırlatıp, Arınç'ın «hukukçuluğuna» vurgu yaptı.


Ama nedense kimse Arınç'ın aynı zamanda Tayyip Erdoğan'ın partideki «başdanışmanı» olduğunu hatırlamadı. O sözler, Erdoğan adına söylenmiş olamaz mı? İkincisi, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de Arınç, «Müslüman bir Cumhurbaşkanı seçmemizi engellemek istiyorlar» demişti.

Acaba 29 Mart öncesi de yine özel bir misyon mu üstlendi?..

Hele Genelkurmay'a anında verdiği cevap, tam bir ringe davet çağrısı değil mi?..

Arınç, hakikaten ilginç ve özel biri.

Genelkurmay'ın kendisine nasıl cevap vermesi gerektiğini de cümle cümle söylüyor. Sözcülüğe mi talip ne?

Bir de, «Siyaset yapacaksanız, üniformaları çıkarın» demiyor mu;

Hurşit Tolon, Şener Eruygur üniformaları çıkardı, konuştu, eylem yaptı. Şimdi Ergenekon'dan içerdeler…

Üniformalı suç, üniformasız suç… O zaman geriye bir tek «gidip balık tutmaları» kalıyor. Bir de şunu çok merak ediyorum; «Artık Silahlı Kuvvetlerden bir şey beklemeyin, silahsız kuvvetler harekete geçsin» diyenler nerelerde?..


Konu madem Ergenekon'a geldi, sorularıma devam edeyim.

TBMM Başkanı Köksal Toptan, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan El Beşir hakkındaki «tutuklama kararının hukuki boyutunun tartışmalı olduğunu» söylüyor.

Acaba Ergenekon'daki tutuklama kararları için görüşleri nedir?

İşte örgüt üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanan Hüseyin Gazi Oğuz, «telefonla konuştuğun Zeynep kimdir, tanıyor musun?» sorusuna, «Zeynep isimli şahsı tanırım, eşimdir efendim. İki tane de çocuğumuz var» cevabını ancak 14 ay sonra cevap verebildi ve serbest kaldı.


Bir başka soru;

Mahkeme kararına rağmen sadece Zaman, Star, Yeni Şafak gazeteleri değil TRT de, «Ergenekon Terör Örgütü» diyor. Kimi, kime şikayet edeceğiz?..

Bildiğim kadarıyla Adil Serdar Saçan'la ilgili iddianame daha yazılmadı. Evinde ele geçen belgelerin de Adli emanette olması lazım.

Hal böyleyken, haftada bir Zaman Gazetesi, «Saçan'ın çuvallarındakileri» yazıyor.

Nasıl? Yoksa iş yükleri yeterince ağır olan savcılara yardım için, Saçan evraklarının tasnifi ve değerlendirilmesi işini Zaman mı üstlendi?..


Mustafa Balbay'ın, birtakım evraklar ve görüştüğü kişiler yüzünden tutuklandığı söyleniyor. Hatırladığım kadarıyla ABD eski Büyükelçisi Ross Wilson'la da görüşmüştü. Acaba onu da ifadeye çağıracaklar mı?..

Gazeteciler toplanıp, kitaplarını imzalayarak, Balbay'ın serbest bırakılmasını istiyorlar. Onun yerine kalemlerini alıp, Başbakanlığa gitseler ya, daha iyi olmaz mı?..

Bir de Tuncay Güney'in evrakları «delil» , Balbay'ınkiler «suç» sayılıyor.

Bunda bir tuhaflık yok mu?..


Afganistan'da 23 yaşındaki bir kız, internetten indirdiği kadın hakları ile ilgili bir yazıyı, çoğaltıp, dağıttığı için 18 aylık tutukluluktan sonra önce idam cezasına çarptırıldı, ardından 20 yıl hapis cezası verildi.

Ergenekon sanık ve şüphelilerinin çoğu da, internetten indirdikleri belgelerden suçlanmıyor mu?

Bizde idam cezası olmadığına göre, acaba terörist başı gibi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mı çarptırılırlar?..


Malum medya, ne kadar dava varsa, Ergenekon'a malediyor.

Neredeyse PKK diye bir terör örgütü olmadığını, 30 yıldır halüsinasyon gördüğümüzü düşüneceğiz.

Bir Ergenekon'a maledilen olaylara, bir sanıkların bazılarının yaşına bakıyorsunuz, ya kısa donla geziyor, ya da lisede falan okuyor olmaları lazım… Anlayamadım vesselam…

Son iddia, Malatya'daki misyoner cinayetini Ergenekon'un yaptığı.

O tarihlerde Eruygur ve Tolon'un Malatya'ya gidip, gitmediği araştırılıyormuş.

Tamam, her şey araştırılsın, ama o sıralarda hangi yabancı misyon şefleri oralardaydı, hatta cinayetin işlendiği apartmandaydı, ona da bir bakılsa iyi olmaz mı?..


Ergenekon'la ilgili son bir not;

Hani şu Etiler'de kafası, gövdesi doğranan kızcağız, Münevver var ya, katili hala yakalanamadı. Sakın bu işi de Ergenekon yapmış olmasın, bence araştırmaya değer!..


Obama Şans Programına Katılsa


TBMM Başkanı Toptan, ABD Başkanı Obama'nın konuşma yapabilmesi için TBMM'nin olağanüstü toplanacağını açıkladı. Bir de,
«Bu ziyaret, Türkiye'nin bölgedeki ve dünyadaki önder gücünü ifade etmesi bakımından bize gurur verecektir»

Dedi. Yok, ben aynı görüşte değilim ve gurur da duymuyorum Sayın Toptan… Sebeplerimi arz edeyim;


Birincisi bugüne kadar hangi Türk büyüğü ABD Temsilciler Meclisi veya Senato'sunda konuştu, konuşturuldu? Benim hatırladığım sadece Fener Rum Patriği Bartholomeos…Ama o da Kongre'de, «Yeni Roma Patriği» diye takdim edildi!..


Zaten Obama da İstanbul'da Patrikhane'yi ve Ruhban Okulu'nu ziyaret edip, «Eküm enikliği tanıma zamanı geldi, Okulu da açın» diyecekmiş. Bize de züğürt tesellisi, «laiklik» vurgusu yapacakmış. Türkiye'nin kalbinde bir din devletinin temellerini atacak, sonra «laiklik» ten bahsedecek…

Yoksa İstanbul'u Türkiye'den saymıyorlar mı?..


Daha kendisi gelmeden adamlarının «PKK'ya genel af» için nabız yoklaması, Ermenilerle İsviçre'nin Bern kentinde yapılan gizli toplantılarında, Kars Anlaşmasını dahi görüşme noktasına geldiğimizin duyurulması, kendileri teşrif ettiğinde bizden daha neler neler isteyeceğini yeterince ortaya koymuyor mu ki, bu tehlikeli ziyaretten «gururlanacağım» Allah aşkına?..

Kalsın!..


Efendim Başkan Obama ve eşi için tv programı aranıyormuş…

Adamlar Türk Milleti'nin gözünü boyamak için ne de kolay bir yol buldu. Belli ki, «yönetenler tamam, bir de şu yönetilenleri kafakola alalım» diyorlar.

Haklılar da.

Baksanıza günlerdir, Dışişleri Bakanı Bayan Clinton'un resmi görüşmelerinde önümüze koydukları değil, Müjde Ara, Çiğdem Anat, Pınar Kür ve Aysun Kayacı'lı programa katılması konuşuluyor.

Ama önemli bir detay atlanıyor.

Evet Bayan Clinton, sözüm ona bu programa katılıp, «laiklerin» gönlünü fethetti ancak aynı gün Dünya Kadınlar Günü için nereye yazı yazdı biliyor musunuz;

Zaman Gazetesi'ne…

Ne denge bee..


Neyse biz Obama'nın bizden isteyeceklerini değil, hangi tv programına katılacaklarını konuşmaya devam edelim.

Hatta bahse girelim, eğlenelim, tadını çıkaralım!...

ABD tarafı, NTV'de Can Dündar'ın programını düşünüyormuş. Keşke şans yarışmalarından birisine de baksalar. Belki şansımız yaver gider de, ülkemizi bölmekten vazgeçerler!..

Nasıl olsa işimiz şansa kaldı!..

14 Mart 2009 Cumartesi

Fatma Sibel YÜKSEK / AÇIK İSTİHBARAT Sayın Başbuğ, Size Yeni Bir «Gözaltı Listesi» Sunuldu mu?


Sayın İlker Başbuğ; 12 Mart 2009 Pazartesi günü, saat 14.00'te Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ile Genelkurmay karargâhında ne konuştuğunuzu Türk milletine veya sizlerin deyişiyle « kamuoyuna» açıklamalısınız…


Bizler, bu görüşmeyi TSK'nın resmi internet sitesinden yaptığınız ani ve kısa duyuru ile öğrenmiş bulunuyoruz. Böyle bir program ne sizin, ne de Adalet Bakanı'nın basın tarafından bilinen günlük programınızda yer almıyordu; dolayısıyla ister istemez «gizli kapaklı» bir görüntü tezahür etmiş oldu.


Adalet Bakanları ile Genelkurmay Başkanlarının böyle aniden görüşme yapmaları bizim devlet protokolümüzde pek sık vaki olan bir durum değil. Mesela ben, uzun yıllar Ankara'da siyaset muhabirliği yapmış bir gazeteci olarak hiç Adalat Bakanı-Genelkurmay Başkanı görüşmesi hatırlamıyorum.


«AKP döneminde devlet protkololü mü kaldı» diyebilirsiniz ama biz bu titizliği her şeye rağmen sizden bekleriz. «Adalet Bakanı benimle görüşmek istemiş, yok mu deseydim» de diyebilirsiniz ama konuyla ilgili kısa açıklamanızda yer alan «Adalet Bakanı Mehmet Ali ŞAHİN, 09 Mart 2009 saat 14:00'da, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker BAŞBUĞ'a ziyarette bulunmuşlardır» şeklindeki cümleden ziyaretin Bakan'ın isteğiyle mi yoksa sizin davetiniz üzerine mi gerçekleştiği net olarak anlaşılamamaktadır.


Bu ayrıntıların tümü önemlidir Paşam..


Yine de ben, «şekli ayrıntıları» geçip bu ziyaretin içeriğini neden kamuoyuna açıklamanız gerektiğinin esaslarına geçmek istiyorum:


Bir kere Sayın Genelkurmay Başkanı'm,


Böyle bir görüşmeyi Başbakan'la, Cumhurbaşkanı ile , Milli Savunma Bakanı ile, hatta İçişleri Bakanı'yla bile yapmış olsanız, «sadece devletin bilmesi gereken bir durum var demek ki » deyip ötesini merak etmezdik ama Adalet Bakanı söz konusu olunca «Bir genelkurmay başkanı ile bir adalet bakanı ne görüşür?» sorusu zihinlerimizi terk etmiyor.


Hele de Paşam, bu ikili görüşmenin hemen ardından Ergenekon operasyonları kapsamında 6 ay önce tutuklanmış olan iki teğmen serbest bırakılınca, görüşmenizin olası içeriği hakkında akla ister istemez bin tane ihtimal geliyor. Söz konusu teğmenlerin serbest bırakılması kesinlikle adildir paşam. Diğer tutukluların neredeyse tamamı gibi onlar da siyasi bir hınç alma tezgâhının kurbanı olmuşlardı. Serbest bırakılmanın sizinle ilgisi vardır veya yoktur bilemem ama yine de şunu orta yere sorarım Paşam:


«İki teğmenin tutukluluk hallerinde 6 ay öncesine göre ne gibi bir hukuki değişiklik olmuş da serbest bırakılmışlardır ? 6 ay önce geçerli olan tutukluluk şartları bir günde nasıl geçersiz hale gelmiştir? Acaba diğer 40 Ergenekon tutuklu sununun durumu da aynıdır da sanık avukatlarından Mehmet Taşdelen'in Silivri'deki duruşmalarda söylediği gibi bu davada sadece 'Ankara'da dayısı olmayanlar' mı yatmaktadır?»


Adalet Bakanı ile yaptığınız görüşme ve ardından iki teğmenin serbest bırakılması olaylarının, 7 ay tutuklu kalmış olan emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un GATA'da yatarken kaydedildiği anlaşılan ve ılımlı İslamcı-Amerikancı medyaya servis edilen telefon konuşmalarının ardından gelmesi de pek manidar görünmektedir…


Ne diyordu Tolon o konuşmasında?


«Teğmenini düşmana veren bir ordu, bebeğini cami avlusuna terk eden anneden farksızdır»


Bu sözler çok ağır Sayın Paşam…


Ve muhatabının kim olduğu da belli…


Bu sözler, ordu tabanındaki ciddi huzursuzluğa taban tabana denk düşmüş olabilir mi? Ergenekon operasyonları, orduyu ayakta tutan tek yönetim geleneğini, yani emir-komuta zincirini aşındırmaya başlamış olabilir mi? Ve iki teğmenin serbest bırakılması ile böyle bir rahatsızlığın «gazı alınmak» istenmiş olabilir mi?


Yine de «gazetecilik hislerim» bu önemli konunun bile Adalet Bakanı ile baş başa teamül dışı bir görüşme yapmanız için yeterli olamayacağını fısıldıyor bana…


Tam «Başka bir şeyler olmalı» diye düşünüyordum ki, bağımsız Tunceli Milletvekili Kamer Genç, kendine has «açık sözlülüğü» ile


«Herhalde eski Genelkurmay başkanlarını gözaltına alacaklar, onun zeminini hazırlıyorlar deyiverdi…»


Sayın Genç, hakkında yaratılmak istenen bütün olumsuz imajlara rağmen Meclis'in en deneyimli siyasetçilerinden birisidir, pirenin gözündeki hileyi görür.


Genç'in bu sözleri üzerine derhal bir açıklama yapmalıydınız... Yapmadınız.


Eski genelkurmay başkanları Sayın İsmail Hakkı Karadayı ve Sayın Hüseyin Kıvrıkoğlu hakkında Mac Carthy medyası tarafından bir süredir yürütülen kampanyaları biliyorsunuz. Biz şimdiye kadar bu sapıkların dillerine dolayıp da tutuklatmadıkları kişi görmedik Sayın Paşam…


Genç'in sözleri, sizin sessizliğiniz, ılımlı İslamcı-Amerikancı medya sapkınlarının pervasız azgınlığı, üste Adalet Bakanı ile içeriği bilinmeyen görüşmeniz…


Bütün bunlar üst üste konulunca ortaya bir fotoğraf çıkıyor Sayın Genelkurmay Başkanı…


Siz, Alpaslan Oğuz Abdülkadir diye birini tanıyor musunuz?


Tanımazsınız. Silivri'deki Ergenekon davası duruşmalarını izleyene kadar biz de tanımıyorduk. Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Alpaslan Oğuz Abdülkadir, mesleği muhasebecilik olan bir vatandaşımız. Anlaşıldığı kadarıyla öyle Ankara'da dayısı mayısı da yok. Geçen gün savunma sırası kendisindeydi, dedi ki:


«Ben, Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde 27 Nisan'da yayımlanan ve vatandaşları laik-üniter devlete sahip çıkmaya çağıran bildiriyi okuyunca gidip Kuvva-i milliye derneğine üye oldum...»


Üye oluş o üye oluş..Vatandaş 20 aydır hapishanede…


Bildiriyi yazıp vatandaşı «göreve» davet edenler Audi marka arabalarla emekliliğin huzurlu kollarında, göreve davet edilen vatandaş Abdülkadir zindanda; çoluğu çocuğu da dışarıda perişan…


Hani Paşam siz, 29 Ağustos 2008 günü genelkurmay başkanlığı görevini Yaşar Büyükanıt'tan devralırken, Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın gözlerinin içine sert bakışlarla bakarak «üniter devletten asla taviz verilmeyecektir» dediniz ya…


Sizin bu konuşmanızdan tam 5.5 ay sonra İletişim Daire Başkanı'nız Tuğgeneral Metin Gürak TRT'de Kürtçe yayın yapılmasında «üniter devlet ve ulus devlet yapısı bakımından beis bulunmadığını» bildirdi ya…


O bakımdan hiç kimsede, «Yok canım, TSK yapmaz öyle şey» diyecek hâl kalmadı…


Uzun sözün kısası Paşam, Adalet Bakanı ile yaptığınız görüşmenin içeriğini açıklamalısınız. Türk Ordusu'nun Millet'inden saklayacak hiçbir şeyi olamaz.


Size yeni bir «gözaltı listesi» sunuldu mu, sunulmadı mı?


Artık her şeye alışmış insanlar olarak cevap bekliyoruz…


Cevabı siz vermeseniz de tarih nasılsa bir gün bütün gerçekleri gün yüzüne çıkaracaktır. Ancak o gün geldiğinde, «gerçekleri milletinden saklamayan asker» ile «kapalı kapılar arkasında görüşmeler yapan asker» arasında çok büyük fark olacaktır.




12 Mart 2009 Perşembe

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT Gül Ne Demek İstedi? Jeffery ve Zaman'dan Öğrenin!..


Çankaya Köşkü'ndeki Abdullah Gül'ün İran'a giderken, «Önümüzdeki günlerde Kürt sorunuyla ilgili çok iyi şeyler olacak…Bu meseleyi sadece sınırdışına yüklemek yanlış olur» demesi üzerine;




«Neden bu haberleri hep önce Gül'den alıyoruz? Kendileri «Başkan'lıklarını ilan ettiler de, biz mi duymadık ?..»sorusunu sormuştum. "Milli iradenin tecelligahı" TBMM'nın Başkanı Toptan' dan;

«Sayın Cumhurbaşkanının söylediğinin altyapısıyla ilgili benim bir bilgim yok»

Yürütmenin sözcüsü Cemil Çiçek'ten de;

«Sayın Cumhurbaşkanı neyi kastederek söyledi bilmiyorum, hangi bağlamda söyledi, onu da bilmiyorum»

Açıklamaları geldi. Beni doğruladıkları için sağolsunlar da, acaba Türkiye'nin ne kadar hazin bir halde olduğunu fark ettiler mi?..


TBMM Başkanı ve Hükümet Sözcüsü «bilmiyor» ama, Gül'ün sözlerinin altını, ABD'nin Ankara Büyükelçisi James Jeffery dolduruyor. Radikal'den Murat Yetkin'e konuşan ABD Büyükelçisi, «Kürt sorununun çözümü» için dil ve ifade özgürlüklerinin daha da geliştirilmesinden, her ne kadar Türkiye'nin «karar vereceği» bir mesele de olsa «dağdakilerin indirilmesinden» söz ediyor. Murat Yetkin'in de anlamadığı bir şey daha söylüyor;

«Mesela bazı grupların siyasi hayata katılımının sağlanması»

Diyor…Yetkin'in ısrarı üzerine;
«Fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Ama Türkiye bu alanda bir şey yapmak istiyor ve bu PKK ile mücadeleye yardımcı olabilir»

Cevabını vermekle yetiniyor. İşte tüm «sır» burada!..


Bir kere belli ki, ABD Büyükelçisi bazı hazırlıkları biliyor, ama şimdilik söylemiyor, söyleyemiyor. İkincisi, PKK'nın siyasi kanadı yani DTP, Meclis'e kadar girdiğine göre, acaba daha hangi grupların «siyasi hayata katılımı» gündemde? Mesela öncelikle «dağdan indirilecek» PKK'lılar, daha sonra da teröristbaşına «af ve siyaset yapmasının» önünün açılması olabilir mi?


Gül'ün, «çok iyi şeyler olacak» sözünün içinde Barzani yönetiminin tanınması da var ki, ABD Büyükelçisi gülerek, «Türkiye'nin Kürdistan Bölgesel Yönetimine iyi bir örnek olmasına» vurgu yapıyor. Keza Fethullah Gülen grubuna bağlı Todays Zaman Gazetesi'nin haberine göre, Gül, İran'da Tahran Büyükelçiliği'nde yaptığı sohbette, «Er veya geç bu işler çözülecek» demiş. Gül'ün önümüzdeki günlerde Irak'a yapacağı ziyarette «Yarı Özerk Kürt Bölgesinin Başkanı Mesut Barzani ile buluşacağı yolunda spekülasyonlar» olduğunu da duyuran Todays Zaman, «Eğer bu gerçekleşirse, Kürt yönetimi ile en üst düzeyde ilk temas olacak» yorumunu yapıyor. Hemen ardından ise Barzani'nin, «Kürdistan'ın dört parçasından katılımlarla» düzenleyeceği Nisan'daki «Uluslararası Kürt Konferansı» nı hatırlatılıp, «Burada PKK'ya silah bırakma, Türkiye'ye de PKK üyeleri için genel af çağrısı yapılacağı» anlatılıyor.

ABD Büyükelçisi, «Kanka» Koru'yu Tekzip Ediyor

Çok safız ya, ısraren Gül'ün İran'a, ABD'den mesaj götürmediği söyleniyor. Öyle ya, «lider bir ülkeye» birilerinin «postacılığı» yakışır mı? Ama ne hikmetse İran basını da böyle algılayıp, Hamaney ile görüşen tüm liderlerin haberlerini geniş ve fotoğraflı verdiği halde, sadece Gül'ün görüşmesinden bahsetmemiş. Sebebi, «Bizim gazetelere de yansıyan Gül'ün, İran'a Obama'dan mesaj getirdiği algısı» olabilirmiş. Gül'le beraber İran'a giden «kankası» Fehmi Koru böyle yazıyor. Ancak Koru;

«ECO/EİÖ Zirvesi vesilesiyle Tahran'a gelen Cumhurbaşkanı Gül, başkalarının mesajını değil, Ankara'da yoğrulan yeni bir politikanın işaret taşlarını muhataplarına aktardı» iddiasında.

Ah şu ABD Büyükelçisi Jeffery yok mu?..Koca Gül'ün «kankasını» bile tekzip etmeye yelteniyor…Gül'ün, İranlılara ne tür mesajlar ilettiğini, neredeyse kelimesi kelimesine «tahmin» edip, diyor ki;

«Mesaj şu ki, öncelikle İranlılar, Afganistan gibi, Irak gibi konularda konuşmak isteğimizin ciddi olduğunu anlamalı. İkinci olarak, İran'ın nükleer program gibi, BM üyesi bir ülkeye barbarca tehditlerde bulunmak gibi, bazı terörist gruplara destek olma konusunda yalnızca bizim değil, ama uluslararası camianın endişelerini anlayıp tanıması karşılığında, neticede İran'ı tanımamızla sonuçlanabilecek şekilde kademeli olarak İran'ın Dünya Ticaret Örgütü üyeliği dahil uluslararası sistemle bütünleşmesini, yatırım ve ekonomik işbirliğini teklifimizde samimi olduğumuza inanmalılar.»

Halimiz, ahvalimiz böyle…Sayın Başkan bu kadar «barıştırma ve çözüm işi» arasında, şu iki yakın dostu Cengiz Çandar ve Fehmi Koru'yu bir barıştırsa da «iyi bir haber» yazsak, ne güzel olur değil mi?..

11 Mart 2009 Çarşamba

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT Gül «Başkan» Mı?..


Yanına Cengiz Çandar ve Fehmi Koru dahil 4 gazeteciyi alıp, İran'a giden Çankaya Köşkü'ndeki Abdullah Gül, «Önümüzdeki günlerde Kürt sorunuyla ilgili çok iyi şeyler olacağı» müjdesini(!) verip, «Bu meseleyi sadece sınırdışına yüklemek yanlış olur» demiş.




Daha önce de, «Bunun bir süreç işi olduğunu» söylemişti. Belli ki, o «süreç» çok hızlandı. Anlayamadığım şu; Neden bu haberleri hep önce Gül'den alıyoruz? Kendileri «Başkan» lıklarını ilan ettiler de, biz mi duymadık?..


Avrupa Yakası'ndaki Dilber Hala'nın, «Ben lafımı ortaya kodum, beğenen alır gider, beğenmeyen bırakır kaçar» misali Gül'ün, «Bu meseleyi sadece sınırdışına yüklemek yanlış olur» lafını alıp, «lanet olsun şu arşivlere» diyor ve «Kürt sorunu» nereye «yüklenirmiş» göstermek istiyorum.

«Çekiç Güç'ün başından beri bölgedeki işlevi, Sevr Anlaşması'nın o zaman gerçekleştirilemeyen hükümlerinin, bugün gerçekleştirilebilmesi için ortam açmaktır. Batı'nın 100 sene önce ortaya attığı Şark meselesinin devam ettiğini göreceksiniz. Sevr anlaşmasının üçüncü kısmının 62-63-64. maddelerindeki Kürdistan sınırlarını ve yine aynı anlaşmanın 89 ile 93'üncü maddelerindeki Ermenistan sınırlarını bir kere daha gözden geçirirseniz, Sevr anlaşmasında çizilen Ermenistan, Kürdistan ve bugünkü İsrail haritalarının birbiri üzerine nasıl oluşturulduğunu gayet açıklıkla göreceksiniz. O zaman, Osmanlı'dan, İngiliz marifetiyle alınan toprakların nasıl bugün Yahudilere teslim edildiğini göreceksiniz. İşte bu Çekiç Güç vasıtasıyla, uzun vadede yapılmak istenen de bugünkü Kürt kardeşlerimizin bulunduğu toprakların, ileride büyük Ermenistan'a verilme çabalarının bir başlangıcıdır, aynı, 50 sene önce Filistin topraklarında yapıldığı gibi. Kim ne derse desin, bugün Çekiç Güç kuvvetleri, bir ana rahmi gibi, sınırlarımızda yeni bir devletin doğuşuna, oluşumuna yataklık yapmaktadır…»


«Siz bir taraftan, «Orada bir bağımsız Kürt devletinin kurulmasını kabul etmeyeceğiz, etmiyoruz» diyeceksiniz, öbür taraftan da adım adım bu oluşumu gerçekleştiren yabancı güçleri destekleyeceksiniz!...İktidarda farklı, muhalefette farklı bu kanaatlerin sebebi bizce dış baskılardır. O zaman vicdanlarının sesiyle konuşmuşlardır, fakat bugün maalesef Amerikalıların, Fransızların, İngilizlerin gayretlerinin, mesajlarının sesleri duyulmaktadır…»


«K. Irak'ta istikrara kavuşmak için ille de orada resmen bir devletin ilanı mı, ille de orada ABD, Fransa ve İngiltere tarafından tanınmış bir devletin çıkması mı gerekmektedir?

Bu mudur istikrar?..»


«Olan şey sadece şudur; Amerikan, İngiliz ve Fransız üçlüsünün, bu bölgeyi bölmek, bu bölgedeki petrol hakimiyetini devam ettirmek, İsrail'in güvenliğini temin edebilmek için bu bölgeye baskı kullanmaktır…Türk Hariciyesi ve Hükümet, çok tehlikeli bir yöne sevk olunmuştur…»


«Komşularımız kadar, bölücülüğü destekleyen ve teşvik eden ve onlara politik açılımlar getiren, başta NATO üyesi müttefiklerimiz olmak üzere, Batılı ülkelerin durumu ise çok daha vahimdir.»


«Türkiye açısından en tehlikeli gelişme, Avrupa siyasetinin ve Avrupa ülkelerinin parlamentolarının, bu konuda Türkiye aleyhtarı eğilimler içerisinde olmasıdır. Başta Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi olmak üzere Avrupa'daki birçok parlamenter meclislerinden çıkan kararlar, maalesef PKK terör örgütüne cesaret verici nitelikte olmuştur…Bütün Türkiye olarak bugün çok dikkat etmemiz gereken konu, PKK terör örgütünün Avrupa'da siyasallaşma safhasına girme gayretleridir.»


«Lozan Antlaşması'nda, Türkiye'deki azınlıkların kimler olduğu ve bu azınlıkların statüleri açıkça belirtilmiştir. Avrupa'nın bugünkü anlayışı, Türkiye'deki azınlık tarifini yeniden tanımlama eğilimi içerisindedir. Avrupa siyasetinin ve diplomasisinin, Güneydoğu meselemizi bir azınlık statüsüne oturtma gayreti, Sevr anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan, bütün Türkiye olarak, görüş ve parti farklılıklarımız ne olursa olsun, milli birlik ve beraberlik içerisinde, özellikle bu konuda teyakkuz halinde olmamız gerekmektedir…»

Bu sözler RP-FP'deyken söylendi. İnancın mı, Erbakan Hoca'nın baskısının sonucu muydu bilinmez ama, hakikatin ta kendisiydi!..Ya şimdi olanlar?..Altını en çok çizdikleri, «reel politika, tabir-i caizse kendini güncelleştirme» nin gereği mi yapılıyor?


Başbakanken;

«Biz kral değiliz ki veya Türkiye diktatörlük değil ki. Tek başına bir başbakan, tek başına bir parti değil ki. Kurullar vardır, kurumlar vardır…Devleti yöneteceğimize göre, bütün bunları hep beraber yapacağız…Hepimiz aynı gemideyiz» demişlerdi!..


Evet hep beraber, aynı gemideyiz, ama 70 milyon yolcusuna sorulmadan, meçhule götürülen bir gemide!..

Birileri de sevinçle hem kollarını, hem mendillerini sallıyor

8 Mart 2009 Pazar

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT Fethullah Hoca'nın Beklediği «Denge» Ne?


Lafın tamamı deliye söylense de, Fethullah Hoca'nın son açıklamaları neyin ne olduğunu ortaya döktü ve panik halde düzeltme çabaları başladı.



Yok, «röportaj değil» miş, Mahmut Övür ve Ahmet Taşgetiren'in, «sohbetten çıkardığı sonuçlar» mış falan…Tek bir soru sorup, «geçiniz efendim» diyeceğim; Madem Hocaefendi'nin görüşleri yanlış aksettirildi, o halde Övür ve Taşgetiren'in yazıları Fethullah Gülen'in internet sitesinde ne arıyor?..


O yüzden, itirazları dikkate almıyor, Hoca'nın son «görüşlerini» yorumlamaya devam ediyorum. Bilgilerinize…


Bir zamanlar sadece Erdoğan'a değil, Abant Platformu'na da yakın olan Cüneyt Ülsever, 25 Aralık 2008'de Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde yazdığı, «Gülen Cemaati'ne Açık Mektup» ta,
«Gülen Cemaati (Hareketi) hiçbir dönemde olmadığı kadar bu dönemde, iktidar ile iç içe bir görüntü vermektedir. Cemaat, siyaset üstü duruşu ve bütün partilere aynı mesafede olmasıyla tanınırken, bu dönemde siyasetin tam ortasında bir görünüm içinde algılanmaktadır. Neden?..»
sorusunu yöneltmişti.. Bu mektuba, 1 gün sonra Hüseyin Gülerce, «Ben Sözcü değilim ama» kaydıyla, şu cevabı vermişti:

«Zaman Gazetesi, AK Parti iktidarının sözcüsü müdür? Buna evet demek haksızlık ve insafsızlık olur…Zaman, AK Parti'nin değil, demokratikleşmenin, hukukun üstünlüğünün, özgürlüklerin sözcüsü oldu ve olacak…Zaman, kimsenin sözcüsü değil. Bütün partiler, bizim insanımızın partileri ve biz hepsine eşit yakınlıktayız…»

Ancak Fethullah Gülen, görüştüğü son gazeteciler Taşgetiren ve Övür'e, milleti, devleti, ülkeyi falan değil, «hükümeti zora sokmamak için şu an dönmeyi düşünmediğini» söyledi, «Olabilecek sıkıntıların hükümete fatura edilmesinden» duyduğu kaygıyı dillendirdi, yani açık-seçik bir şekilde AKP'ye desteklediklerini ilan etti. «Bunu zaten biliyorduk» diyeceksiniz, dikkatinize sunmak istediğim, malumun birinci ağızdan ilanı ve Türkiye'deki Sözcü'nün bizzat Fethullah Hoca tarafından «tekzip» edilmesidir.


Hoca'nın, «Hukuken bir sorun yok dönmemde ama hala bazı dengeler aleyhte…» sözlerine de çok takıldım. Vurguladığı üzere, hukuken bir sorun yok, Cemaatin en kızdığı isimlerden Cemil Çiçek bile, bizzat kaç kere, «dönebileceğini» duyurdu. Ama neredeyse «fethedilmedik» yer kalmadığı halde Hoca, «Hala bazı dengeler aleyhte» diyor. Nedir o «dengeler» ?..

Tayyip Erdoğan'la birbirlerini hiç hazzetmedikleri malum da, başka bir şeyler olmalı.

Yoksa daha önce açıkladığı gibi, «sessiz-sedasız» dönmeyecek de, olası nihai «gövde gösterisine» karşı «balans ayarı» yapılmasını mı bekliyor? Bu balans ayarı, mesela 29 Mart'ta, hesaplandığı-planlandığı gibi AKP'ye yüzde 47'yi aşırtıp, seçimlerden hemen sonra TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35'inci Maddesi'nin değiştirilmesi, yani «Cumhuriyeti koruma-kollama görevinin» ortadan kaldırılması olabilir mi?!..


Taraf-Bugün-Vakit Gazetelerine Övgünün Sebebi

Cüneyt Ülsever o mektubunda, şu soruyu da sormuştu:

«Ergenekon Davası'nda genelde doğru adımlar atılmasına rağmen; bazen de iktidar muhaliflerinin ve hatta TSK'nın aleyhine kullanılmak üzere bazı belgelerin, bilgilerin, resimlerin dış ülkelerden getirtildiği ve bunların basına, Emniyet'teki Gülenci grup tarafından servis edildiği şayiası/dedikodusu çok değişik kesimlerde dillendirilmektedir.»

Hüseyin Gülerce'nin cevabı ise şu olmuştu:

«Dış ülkelerden gelen bazı belgelerin, «Emniyet'teki Gülenci» gruba verilerek, bazı medya organlarına servis edilmesi iddialarına gelince; Gülen hareketinin en büyük vasfı, yabancı güçlere değil, milletimize yaslanmasıdır. Bu hareket iddia ediyorum, bu ülkenin en bağımsız hareketidir. Değerlerimiz asıldır, özümüz asıldır, millet evlatlarının himmetleri asıldır. Bu hareket, insan haklarının, vatanseverliğin, gerçek milliyetçiliğin, milletimizin, dinimizin onurunu korumayı, birinci erdem kabul ediyor. Hiçbir fiyata satın alınamayacak bir karakter ortaya konuyor. Yabancıyla, ülkemiz, milletimiz, devletimiz aleyhine işbirliği yapan, en büyük alçak, en büyük şerefsizdir.»

Son dönemlerde farkındaysanız, özellikle Ergenekon'la ilgili «belgelerde» Zaman biraz frene basarken, Vakit ve Bugün Gazeteleri ön plana fırladı. Ve bakın bugün Fethullah Gülen ne diyor;

«Bu işin içinde bir «GATA'kulli var.» Hükümete karşı da bazı hesaplar seziliyor. Bunlar iyi şeyler değil…Bu mücadelede henüz istenen noktaya gelinmedi. Bunların üzerinden zırhları yırtılamadı. Fakat bazı gelişmeler de var. Taraf, Bugün ve Vakit gibi bazı gazetelerde yüklenmeler oluyor…»

İşbirliği mi dersiniz, görev bölüşümü mü?..Acaba Sabah ve Yeni Şafak'ı niye saymadı ki?..Tayyip Erdoğan'a daha yakın oldukları için mi?

Hoca'nın Harfiyen Gerçekleşen Kasedi İçin «Montaj» Dememişler miydi?


Peş peşe internete düşen/düşürülen ses kayıtları, şüpheli belgeler, sanıklar mahkemeye varmadan gazetelere ulaşan ifadelerle insanlar peşin peşin mahkum ediliyor, sanık, şüpheli ve avukatlarının itirazları, «montaj» açıklamaları, bu cepheyi, bir nebze ırgalamıyor bile…Ya, çoğu 70 yaşın üzerindeki bu insanların sağlık sorunlarıyla «Gata'kulli» diye dalga geçilmesi!..

Arkadaşlar şimdi de, «Bunlar Silivri'de niye bir arada, sakıncalı, ayrı tutulsunlar» kampanyası başlattı.

Nerdeyse, «Her birini hücreye kapatın» diyecekler!..Öte yandan, güya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum İmralı'daki «beyzadenin» yanına «arkadaşların» nakledilmesi hazırlıklarının yürütülmesini alkışlıyorlar!..

Bazı şeyleri hatırlatmanın zamanı geldi. Hocaefendi, niye ABD'ye gitti, neden hala orada, şeker, kalp gibi «sağlık sorunları» sebebiyle değil mi?..Allah şifasını versin, «giran» gelen gurbetten kurtulsun.


Peki Fethullah Gülen'in Mart 1999'da ABD'ye gitmesinden 3 ay sonra ortaya çıkan, «devleti nasıl ele geçireceklerini» anlattığı iddia edilen 1993 tarihli kaset için bu çevrelerin ne dediğini hatırlıyor musunuz; «Montaj» demişlerdi!..O günlerde, bu kaset işine tepki gösteren başkaları da vardı. Mesela dönemin Fazilet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül, «Kasetin, Türkiye'de herkesin nasıl takip altında olduğunu gösterdiğini» söyleyip, «Bir zamanlar bu, RP ile ilgili olarak yapılmıştı. Şimdi Fethullah Hoca için yapılıyor. Yarın ise MHP ve bazı ülkücülerle ilgili olarak yapılacağını tahmin ediyorum» demiş ve şunları eklemişti:

«Senegal'den, Endonezya'ya kadar kurdukları okullarla neler yaptıklarını bizzat gördüm. Buralarda devletin yapması gerekeni yaptıklarına şahit oldum. Bu nedenle, Fethullah Gülen ve arkadaşlarının yıpratılmasının doğru olmadığı kanaatindeyim. Türkiye ve Türk Devleti düşmanı olduğuna inanmıyorum.»

Bugün kalbi vatan için çarpan insanların, «nasıl takip altında olduğunu» görüyoruz…Dün, «onlar için yapılanların» şimdi «bunlar için yapıldığını» da…Ama bu insanlar, «yıpratılmıyor» , peşinen «hain, darbeci» damgalarıyla «Türkiye düşmanı» olduğuna «inanmamız» isteniyor.

Pekala; bu kampanya doğru mu, daha önemlisi kimlerin organizasyonu?..


Başbakan Erdoğan, bence Şanlıurfa'da yılın sözünü söyledi; «Kimse benim milletimin aklıyla alay etme hakkını kendinde görmesin…»


Sözün devamını da ben getireyim; «Bu milletin aklıyla alay edilmesi gerekiyorsa, onu da AKP yapar» !..

Ali İhsan GÜRCİHAN / YAVUZ HIRSIZ…


İnsan başkaları hakkında kanaat belirtirken,kendinin de ne olduğunu çok iyi bilmeli ve ona göre dikkatli konuşmalı.
Bakın Fetullah efendi ABD’den yaptığı bir açıklamada,Ergenekon tutuklusu asker kişilerin rahatsızlığı ile ilgili ne demiş;

Sıkışan kendini GATA’ya atıyor anlamında,bu işin içerisinde bir “GATA Kulli” var diye bir şeyler söylemiş.
Kim söylemiş ?...

Fetullah Efendi.Nereden söylemiş ?...
Hukukun elinden kendini kurtarmak için kapağı zor attığı Amerika’dan.

Görüşmeyi yapan Gazeteci Mahmut ÖVÜR’ün sormasını ve de söylemesini beklerdim:Hocam peki sizin hakkınızda bazı soruşturma işlemleri yapılırken,sağlık sorunu nedeni ile siz de kapağı ABD’ye atmıştınız.Sizin bu gidişinizde de bir KATAKULLİ olmasın ?Gazeteci sormadığına ya da sormaması gerektiğine göre ben soruyorum ?
Hoca Efendi ,hastalığınızı cemaatinizin yetiştirdiği kişilerin özel dikkatleri ve gayretleri ile Türkiye’de tedavi ettirmek mümkün değil miydi ?

Asker kişilerin,Türk Adaleti’nin kontrolünde sağlık hizmeti için GATA’ya yatışını bırakında,siz esas olarak bu ülkeden kaçışınızın gerçek sebebini açıklayın.

Acaba sağlık bahanesi ile sizin ABD’ ne gidişiniz, ULUSLAR ARASI BİR KATAKULLİ olmasın ?

Apar topar yurt dışına neden gittiğinizi unutup da, Ülkesinde tedavi görmeye çalışan başkaları hakkında böyle bir gaf yapmanız gerçekten şaşırtıcı.Bu konuda başkaları hakkında konuşabilecek en son kişilerden biri olarak bunu nasıl söyleyebilirsiniz anlamak mümkün değil.

Hoca Efendi ya sizin;Hafızanız zayıfladı,kendi yaptıklarınızı dahi unutup bir an için saçmaladınız !...

Ya da ;Türkiye’ye daha cesaretli mesajlar gönderdiğinize göre,Ilımlı İslam sürecinde artık yeni ve daha etkin bir safhaya giriyoruz da,bizler farkında değiliz ve her zaman olduğu gibi HALEN UYUMAYA DEVAM EDİYORUZ…

8 Mart 2009

4 Mart 2009 Çarşamba

Fatma Sibel YÜKSEK / AÇIK İSTİHBARAT Seni Bu Yamyam Kibirin Bitirecek


Billboardlardaki resimlerine baktım; güya «kudretli» görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler. Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları…


Einstein veya Nietsche gibi «dahi delinin» değil, tımarhaneye düşmüş mahalle bakkalının acınası ve ürpertici bakışları…

Ne yapsan olmuyor…

Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor.

Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana «Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik» diye fısıldıyor.

Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun. «Bana saygı duyun, önümde eğilin. Eteklerimi öpün» diye tepiniyorsun ama olmuyor.

Olmuyor işte…

En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğine, insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar. En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende.

Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.

Boşsun, bomboşsun…

Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın.

Kabadayılığın da hikâye, dobralığın da yalan, «delikanlılığın» da naylon…

Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.

Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerinden…

Sahi kimsin sen?

Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?

Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun?

İlkokul öğretmenin kim?

Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?

Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?

«Olmayan» biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin?

Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?

Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun; en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin?

Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin; hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin, bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun…

Duyduk ki şimdi de «padişahçılık» oynuyormuşsun…

Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi. Her mevki ve makamı tattın, geriye «padişahlık» kaldı öyle mi?

Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, bir pek âlâ olabilir.

Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.

Esiyorsun, gürlüyorsun, tepiniyorsun…Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun..

Deli bakışlarını devire devire, boyun damarlarını şişire şişire höykürüyorsun…

İyi de sen ne istiyorsun?


Karun oldun.

Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor, gudubet karın ipek kumaşlara, paha biçilmez mücevherlere büründü.

Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor.

«Bu kadarı da olmaz ki» diyen kim varsa işinden aşından ettin, zindanlara attın, ailelerini açlığa mahkûm ettin…

Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor.

Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor; emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor.

Şehit katilleri Meclis'te suratımıza çemkiriyor.

Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin, özel yapım som altın kol saatin, ipek kravatınla karşımıza geçip kusuyorsun da kusuyorsun..

Kime bu kinin?

Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü?

Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine «Acaba biraz ileri mi gidiyorum» diye sordun mu?

İtikadın da yalan biliyoruz ama bir gün olsun «Ya hesap günü varsa» diye endişelendiğin oldu mu?

Evet var…

Hesap günü var.

Ve sanki bu saldırganlığın, bu doymazlığın, tamah etmezlin, azmışlığın O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor…

Artık Allah'ın gözüne batıyorsun birader!

Fazla parazit yapıyorsun, ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun.

Elde ettiklerinle şükür etmeyi, biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın.

Böyle bir kapasiten yok çünkü.

Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya, kin ve nefret aşılamaya gelmişlerdensin.Üste bir de kibir yapıyorsun, işte bu hiç çekilmiyor..

Senin sonunu da bu yamyam kibirin getirecek.