28 Şubat 2009 Cumartesi

Ali İhsan GÜRCİHAN / AÇIK İSTİHBARAT ERGENEKON ÜZERİNDEN SİYASETİ KİRLETENLER…


Meydanlardaki seçim nutuklarında geçen satır arası söylemleri değerlendirdiğimizde,güç odaklarının bazı konularla ilgili gerçek niyet ve yaklaşımlarını anlamak daha kolaylaşmakta ve netleşmektedir.

Özellikle Ergenekon konusundaki söylemlerle,bu davanın hukuki boyutu dışında,siyaseten nasıl istismar edildiği, güç odaklarının bizzat kendi ifadeleri ile de bir defa daha ortaya konmuş bulunmaktadır.

Hukuki bir dava üzerinden,Hukuk
Devletine yakışmayacak şekilde
çıkar sağlamaya ve hatta yandaş basın kanalı ile de gelişmeleri
yönlendirmeye çalışan güç odakları ya da gizli eller olduğu
inancım bu son söylemler ile daha da güçlenmiştir.

Devam eden bir dava üzerinden oy toplama uğruna seçim
kampanyalarında tanıdık isimlerce söylenen sadece iki örnek :

Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç diyor ki ;

“AKP’yi Ergenekon’dan Allah korudu.”

Başbakan Güney Doğu bölgesindeki Vatandaşlarımız adına diyor ki ;
“Bölge halkının en çok mutlu olduğu açılımlardan bir tanesi Ergenekon'dur.Bu konunun
peşini bırakacak değiliz. Yani bu olay nereye varırsa varsın devam edeceğiz.”


Siyaset Meydanlarındaki söylemlerle Ergenekon üzerinden yapılan oy avcılığı yetmiyormuş gibi;
Yazılı basında,YENİŞAFAK,TARAF,STAR,ZAMAN,VAKİT ve SABAH gazeteleri,
Görsel basında,KANAL-7,SAMANYOLU,MEHTAP,KANAL-A ve benzer yayın organları sanki eski Sovyet dönemi gibi PSİKOLOJİK SAVAŞ uygularcasına sabah,akşam her konuyu ERGENEKON’a bağlayan asılsız haber ve abartılı
yaklaşımları ile insanlarımızı şartlandırmaya oy havuzuna ne yazık ki kirli su taşımaya çalışmaktadır.

El altından 28 Şubat’ın rövanşı olarak gösterilmeye çalışılan ve böylece
bir kesim vatandaşımızı tatmin etmeye yönelik,siyaset olmaktan çıkmış bu
istismar kampanyasını acaba kimler yönetmektedir ?

Hukuk Devleti olduğumuza göre,İnsan hak ve özgürlüklerini çiğneyen ve adil yargılama konusunda şüphe uyandıran,sözüm ona siyaset görüntüsü altında yapılan bu vahim propagandayı önlemek gerekmiyor mu ?
Ülke insanımızı,kinlendiren ve kutuplaşmaya sürükleyen bu etkin güçleri,hukuki çizgiye çekmek bu kadar zor mu ?

Siyasi çıkar ve oy uğruna yapıldığına her geçen gün daha fazla inandığım bu oyuna,HUKUK DEVLETİ’ne yakışır şekilde ne zaman son vereceğiz.

Yazımın başında da belirttiğim gibi,Bülent Arınç demiş ki;
“AKP’yi Ergenekon’un elinden Allah kurtardı.”

Ergenekon davasının Hukuki boyutu saklı kalmak kaydı ile ben de, Bülent Arınç’a sormak istiyorum ve cevabını bekliyorum. ;

“ ERGENEKON NEDENİ İLE MAĞDUR EDİLEN BAZI İNSANLARI SİZİN
ELİNİZDEN ACABA KİM KURTARACAK ”

Demokrasi ve Hukuk’a karşı TÜKENMEYEN İNANCIMIZLA ve SABIRLA bekliyoruz…

28 Şubat 2009

Fatma Sibel YÜKSEK / AÇIK İSTİHBARAT Paşa'ya Bak!...


Ahmet Türk'ün Mustafa Kemal'in kanla kurduğu Meclis'te Kürtçe konuşma yaptığı saatlerde Ergenekon tutsaklarından emekli Albay Fikri Karadağ da Silivri'de hâkim karşısında savunmasını yapıyordu.

Muvazzaflık hayatının uzun bir bölümü teröristle mücadelede geçmiş olan Albay Karadağ, bazı şehit cenazelerinin ailelerine neden kurşun mühürlü tabutlarda gönderildiklerini şöyle anlattı:

«Şehitlerimizin naaşlarını ailelerinin görmesine razı olamazdık; çünkü tümünün cesetlerine işkence yapılmıştı. Öldürüldükten sonra gözleri oyulmuş, kulakları kesilmiş, alınlarına ve göğüslerine bıçakla PKK harfleri kazınmıştı. Hiçbir anne-baba bu manzaraya dayanamazdı»
Ahmet Türk adlı adamın Meclis kürsüsünde Kürtçe konuşma yaptığı dakikalarda, tutuklu albay Karadağ'ın da savunmasını yapıyor olması tarihin bir cilvesidir. Atalarımızın kanlarını dökerek kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin kahpe oyunlarla sonu getirilirken, olanları film seyreder gibi seyrediyoruz.. Aferin bize, kendimizle ne kadar övünsek azdır..

Aşağıda okuyacaklarınızı yazmadan önce çok düşündüm. Hani «orduyu yıpratmayalım» diye bir hassasiyetimiz var ya… «Acaba» dedim, «değerli komutanlarımız yıpranır mı, incinir mi, nazik kalplerini kırmış mı olurum… » Ama sonra düşündüm ki yıpranmalarında, incinmelerinde hiçbir beis yok. Hatta, rahat koltuklarından biraz kımıldasınlar ve yıpransınlar bir zahmet. Yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük milleti, hem de alnına onursuzluğun damgası kazınarak tarihin karanlık dehlizlerine postalanmak istenirken yıpranıversinler azıcık..

Ergenekon sürecinde yaşananlar arif olana çok şey öğretti. Örneğin, ülkemizin sürüklendiği bu ihanet girdabından sadece AKP, ABD, AB, İsrail, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Fehmi Koru vs. sorumludur zannetmenin ne büyük ahmaklık olduğunu anlamak gibi…

Sabah operasyonu ile yaka paça gözaltına alınan koskoca bir emekli orgeneral bakın poliste nasıl ifade veriyor:
«Ergenekon'un ne olduğunu bilmiyordum. Emniyette bana gösterilen belgelerden Ergenekon'un çok ciddi ve derin bir yapılanma olduğunu anladım. Ergenekon terör örgütünü bana nezarethanede gösterilen belgelerden farkettim ve ürperdim»Genelkurmay'ın yıllarca «hukuk müşavirliğini» yapmış bir Paşa bu… Ergenekon soruşturmalarında nasıl bir hukuk katliamının yapıldığını görmemiş de; kendisini sabahın köründe terörist gibi yaka paça şubeye getiren torunu yaşındaki polisler tam tersini ispatlayıvermişler oracıkta. Paşa da «İyi de evlatlarım, beni böyle bir örgütün varlığına ikna etmek için sabahın ayazında başımı bastırarak arabaya bindirip pijamalarımla buraya getirmenize gerek yoktu ki..» bile diyememiş..

Paşa'nın bu ifadesinden sonra Savcı Zekeriya Öz, haklı olarak kendisini «etkin pişmanlıktan yararlanmasını» öneren bir üst yazıyla mahkemeye sevketmiş. Öz'ün bu davranışında yadırganacak bir şey yok; çünkü örgüt suçlamasıyla gözaltına alınan birisi isnat edilen o örgütün varlığını kabul ediyor ve pişmanlık beyan ediyorsa, yasanın o hükmü uygulanır..

Paşa hazretlerinin ifadesi bu kadarla kalsa iyi. Basına yansımayan bölümleri daha utanç verici. Kendisine sorulmadığı halde devre arkadaşlarının ve bazı üst düzey komutanların özel hayatlarını ballandıra ballandıra anlatıyor koskoca adam. Örneğin, uzun süre tutuklu kalmış olan bir üst düzey emekli ordu komutanın «Genç bir sevgilisi olduğunu» , bu komutanın «viagralarını» kendisinin temin ettiğini söylüyor. Tabii bu sözleri ifade tutanaklarına olduğu gibi geçiyor. Paşa'nın «etkin pişmanlık» maddesi eklenerek adliyeye sevkedildiğini haberleştiren meslektaşlarımız, yine insaflı davranmışlar da polis ve savcılık ifadesinin diğer bölümlerini yayımlamamışlar. Zaman, Star, Yeni Şafak bile utanmış belli ki…

Onu da biz yazalım da, gökkubbenin altında konuşulmadık gerçek kalmasın…

Yine sıcak lojmanından yaka paça emniyete götürülen Paşa hazretlerinden bir diğeri, kendisine sorulan- sorulmayan ne varsa, kâh bir başöğretmen, kâh yaramazlık yaptığı için azarlanan bir çocuk edasıyla saatlerce anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor…

Peki neden böyle yapıyor koskoca Kurmay? Neden olacak, belli ki hayatında eli sıcak sudan soğuk suya değmemiş. Hayatı balo salonlarında, karargâhın sıcak ve konforlu odalarında geçmiş. Şimdi böyle birdenbire nezarethanenin soğuk duvarları ile baş başa kalınca bünye tepki veriyor. Bir de şunun için coşuyor Paşa:

Kendisine son derece havalı tavalı bir «avukat» bulunuyor. Yanlış bilmiyorsam, o da emekli bir paşa..Avukat, müvekkiline «selamünaleyküm» dedikten sonra «BİR» diyor, «50 bin dolar isterim… » «İKİ» diyor, «Polisle ve savcılarımızla işbirliği halinde olacaksınız, kim hakkında ne soruluyorsa anlatacaksınız, yoksa tutuklanırsınız..» (Paşalar, avukatın akla ziyan tavsiyesiyle değilse de Ankara'da birilerinin pazarlık masasına oturması sonucu tutuklanmaktan neyse ki kurtuldular.)
Yazımızın başlığı «Paşa'ya bak!» ama müsadenizle ben burada bir de «Avukata bak!» demekten kendimi alamayacağım…

Bir yandan Ergenekon davasında avukatlık yapıp cukkayı düzeltirken, diğer yandan «müdahil» taraflarla tuhaf tuhaf temaslara geçen «Avukat Paşaları» ise şimdilik anlatmayacağım.

Şimdi sizler bu şartlar altında ne diye «Genelkurmay'ın Kürtçe yayına yeşil ışık yakması doğru mu, eğri mi?» diye tartışıyorsunuz ki?

CEMAAT MEDYASININ AL YANAKLI TAZELERİ İLE YALAKA MEDYANIN UCUZ İNFAZCILARINA NOT:
Şimdi siz, «Ergenekon'da hayal kırıklığı! Paşaları yerden yere vurdular» falan diyerekten yazılar yazacaksınız. Sonra bu yazıları savcınıza götürüp, «Bak savcım, neler yazmış niye hâlâ derdest etmiyorsun ki?» diye gerdan kıracaksınız.

Söylediğim şudur kardeşim:
Önce karakter. İster «Ergenekoncu» ol, ister «Taraf» , ister ulusalcı ol, ister Amerikancı-İslamcı…Önce karakter, önce yürek…Yoksa bu millet size, «Ben sana Paşa olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim» der…

26 Şubat 2009 Perşembe

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT Türkiye düşmanları buna da sevinin!.. DTP'nin Seçim Şarkısı Oramar…



21 Ekim 2007 gecesi ne olduğunu hatırlıyor musunuz? PKK-Barzani katilleri Dağlıca karakoluna saldırdı, 36 saat süren çatışmadan sonra 13 şehit verdik, 8 askerimizi de alıp, Kandil'e götürdüler…


PKK ve Barzani Dağlıca'ya, «Oramar» diyor. O saldırının klibini yaptılar, o klip eşliğinde, halaylar çektiler. Kimsenin kılı kıpırdamadı, ciğeri sızlamadı… Eh adamlara da, bu ihanet şarkısını, DTP'nin seçim şarkısı yapmak düştü!..

Ahmet Türk'ün, Meclis'te Kürtçe konuşmasına sevinen, «çok iyi oldu» diyen Cengiz Çandar, Kürtçe üzerindeki yasakları «anlamsız» bulan Mümtazer Türköne ve bilumum Türkiye düşmanları, hadi «Oramar» a da sevinin, kutlayın, tebrik edin… Nasılsa memlekette taşları bağladılar!..

Halaya durmadan önce size bir haber daha vereyim. Diyarbakır'daki «baro ve sivil toplum örgütleri» , «Hakikatleri Araştırma ve Geçmişle Yüzleşme Komisyonu» nun kurulduğunu da açıkladılar. Ne zaman? Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır'da, «Geçmiş ile tabii ki yüzleşeceğiz, geçmişin hesabını özenle tutacağız» deyip, Ergenekoncuları «suçlu» ilan etmesinden 4 gün sonra!..(Bu açıklamalarından sonra Erdoğan hakkında adil yargılamayı etkilemeye teşebbüsten inceleme başlatılmasını bekledim, ama meğer adil yargılamayı etkileyen, suçunu bilmeden, cezaevine konup, çektiklerini anlatan Vedat Yenerer kardeşimizmiş)

Başbakanın bir sözü daha var ki; yürek kaldıracak gibi değil; «Kar maskelerinin ardında yüzlerini gizlediler» diyor. Kimdir kar maskesi takan?..Askerimiz, polisimiz… Bu nasıl insafsız bir suçlamadır?!..

Görüyorsunuz, İmralı'daki zatın, Irak'ın kuzeyindeki Barzani'nin, daha doğrusu bunların hamisi emperyalistlerin talepleri bir bir hayata geçiyor.

Ahmet Türk, Meclis'te «Kürtçe» konuştuğu için bir şey olmazmış. Zaten Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'ndaki yasaklar gereksizmiş. Yola, «Öcalan asılmasın, her şey çözülecek» diye çıkmışlardı, buraya geldiler!.. DTP'nin seçim beyannamesinde;
«Başta Kürtçe olmak üzere, farklı diller, inançlar ve kültürler de anayasal güvence altına alınmalı… Çok dilli, çok kültürlü belediyecilik yapılmalı… Kürtçe ikinci resmi dil olmalı, eğitimde ve kamusal alan başta olmak üzere yaşamın her alanında serbestçe kullanılmalı»
deniyormuş, kimin umurunda?!..Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, bırakınız bölsünler… Siz de artık halay başı kimi yaparsınız bilmem ama, her adımda, «Oramar» eşliğinde, Mehmetçiğimizin, polislerimizin, kanları üzerinde halay çekersiniz!..Korkum şu ki, bunlar bu cüretle, şehitlerimize «şehit» denmesini yasaklatıp, onları da «Ergenekon ölüleri» ilan ettirebilir!..

TRT-6 Sanatçılarında Erdoğan-Barzani Kardeşliği

Başbakan Erdoğan, Diyarbakır'da, «Sembolik tartışmalar yüzünden bu ülkede ne Şivanlar, ne Civanlar annelerinden ayrı kaldı» dedi ya, bu söze ben gibi, eski Sözcüsü Akif Beki de takılmış. Benim takıldığım şunlar; Sembolik tartışma dediği, Türkiye'nin üniter-milli yapısına sahip çıkma mıdır? Bir de, Şivan'dan kimi kastettiğini anladım ama «Civanlar» kim, anlayamadım… Şehitlerimiz mi, Kandil'dekiler mi?..

Sözcü Akif Beki'ye gelince, o Erdoğan'ın sözlerini, 33 yıldır Almanya'da «sürgün hayatı» yaşayan Şivan Perver'e, «artık dön» olarak anlamış ama, Erdoğan'ın, Şivan'la gizlice buluşup, buluşmadığını merak etmiş. Şivan Perver'in TRT-6'nın açılışına katılması için TRT yöneticilerinin gizlice Almanya'ya gittiğini hatırlatıp, «Biliyorum ki, Şivan'la yürütülen «gizli diplomasi» Başbakan'dan habersiz olmaz» diyen Akif Beki, Erdoğan-Şivan buluşmasının olmadığını öğrenmiş. Ancak Erdoğan'ın Diyarbakır konuşmasından sonra önümüzdeki günlerde Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'la-Şivan arasında doğrudan bir temas beklediğini müjdeliyor(!)

Evet, Şivan gelmeyince TRT-6'ya Rojin ve Civan Haco çıkmıştı. Bakın onlar nasıl çıkmış… Mesut Barzani'nin Başbakanı Neçirvan Barzani diyor ki; «Rojin'i arayıp, bu adımın ne kadar önemli olduğunu söylemiş ve onu cesaretlendirmiştim. Başka sanatçıları da aradım. Örneğin Civan Haco'yu. Onu da yüreklendirdim.»Anayasa taslağında Sevr'e atıf yapan, Türkiye topraklarında gözü olan gayrimeşru bir oluşumun «Başbakanı» , TRT-6'nın, «ne kadar önemli bir adım» olduğunu söylüyor, buraya çıkacak sanatçıları «yüreklendiriyor» !..

Organize İşler diye, buna denir!..

25 Şubat 2009 Çarşamba

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT Behçet Oktay'ı Kim Öldürdü?..


Hayır, Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Daire Başkanı Behçet Oktay intihar etmedi, öldürüldü. Aynen Kuddusi Okkır gibi…

Ya da Şener Eruygur'un komaya sokulması, Hurşit Tolon ve bir yığın ismin sağlığını kaybetmesi, Levent Ersöz'ün kızının intihara sürüklenmesi gibi…

İşte delili; Tarih 1 Şubat 2009, Yeni Şafak Gazetesi'nde, «Şahin'e aracı olan başkana dokunulmadı» başlığı altında şu satırlar yazıldı:
«Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanarak cezaevine konulan Özel Harekâtçıların, 'İbrahim Şahin'le ilgilenmemizi Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanı Behçet Oktay istedi' diye ifade vermesine karşın İçişleri Bakanlığı, Oktay hakkında henüz herhangi bir işlem yapmadı. İbrahim Şahin'e olan yakınlığı ile bilinen Oktay'ın ifşa olan 2 şube müdürü dışında kimlere telkinde bulunduğu da bilinmiyor… Ergenekon'u soruşturan mahkemenin, Oktay hakkında nasıl bir tavır alacağı ise merak konusu. Behçet Oktay, Özel Harekât Dairesi'ni 13 yıldır yönetiyor.»Evet, birilerinin bir takım senaryolarına göre düzenlediği deliller, verilip-verilmediği tartışmalı ifadelerle, hedef gösterilen, ölüme sürüklenen son isim Behçet Oktay'dır. Peki neden hedef gösterildi; Emniyet Genel Müdürlüğü'nde «teslim alınamayan» son yerin başında olduğu için mi? Söylenene göre, bu haberlerden sonra görevinden alınıp, yerine yeni atama yapılması hazırlıkları yapıldığını öğrenmiş…Ve kafasına sıkmış!..

Salı günü Silivri'deki duruşmada Veli Küçük ve avukatı aynı zamanda kızı olan Zeynep Küçük'ün söylediklerini duydunuz mu? Cihan Haber Ajansı'nın geçtiği, ama nedense malum gazetelerde yer almayan şu sözleri, sadece ve sadece «insan hakları» adına birtakım vicdanlara ithaf ediyorum:

Zeynep Küçük:
«3 gündür müvekkilime uygulanan kan testinin sonuçlarını almak için uğraşıyorum. Ben kimi, kime şikâyet edeyim. Bizim en değerli hakkımız olan yaşam hakkımız ihlal ediliyor. Sizden yaşam hakkımızı koruma altına almamızı istiyoruz. Bundan sonra müvekkilime ilişkin tüm sağlık kayıtlarının dosyaya celp edilmesini istiyoruz. Avukatı ve kızı olarak ben bunu beceremedim.»Mahkeme Başkanı Köksal Şengün: «Biz deneyelim bakalım, becerebilecek miyiz acaba?..»

Veli Küçük:
«Kandıra F Tipi Cezaevindeyken ağır bir rahatsızlık geçirdim, kalp damarıma da stent takıldı. Bu stendin 6 ayda bir kontrol edilmesi gerektiği söylenmesine rağmen, 'Hastaneye yatmak istiyor' denmesini engellemek için kontrole gitmedim. Ben duracaksam, bu vatan için dik duracağım. Öleceksem de vatan için öleceğim. Gücüme giden, yukarıdan talimat geldi. Yukarıdan diyorsam, Hükümet'ten, bu davanın eş başkanı olan savcısından talimat geliyor; 'Veli Küçük'ü sevk etmeyeceksiniz, 2. kez kan alacak, başkasının kanıyla karıştırıp, bir şey yok diyeceksiniz'. Ben 35 sene bu ülkeye hizmet ettim. Ölünceye kadar da hizmet edeceğim. Bir diyet ödetilecekse, ben bunu ödeyeceğim. Ben burada tutukluluğu bir ceza olarak görmüyorum. Vatanıma, bayrağıma, Atatürk'e yaptığım bir hizmet olarak görüyorum. 13 aydır tutukluyum. 13 aydır paşa paşa yatıyorum. Lütfen beni rahat bıraksınlar.»
Almanya'da iddianamesi tamamlanan, sanıkları tutuklanan davanın Türkiye ayağındakiler, ellerini kollarını sallayarak, dolaşıp, delilleri temizliyor…Çocuk tacizcileri, tecavüzcüleri serbest…Katiller 1-2 yılda çıkıyor…Bölücüler Meclis'te fink atıyor…Ama onlarca insan, daha haklarında iddianame tanzim edilmeden aylardır hapiste tutuluyor, hapse sokulamayanlar «öldürülüyor» !..

Vatana hizmet edenlere karşı «soykırımdır bu, soykırım» !..

Suçu belli olmayan insanların hayatları tehlikede, Kıbrıs davamızın milli sembolü Rauf Denktaş dahil onlarcası tehdit altında, Başbakan Erdoğan, Ergenekon operasyonu nedeniyle kendisinin çeşitli çevrelerden tehdit aldığını söylüyor. Neymiş; bir gazeteci, «keser döner, sap döner bir gün gelir hesap döner» diye yazmış!..Allahım, sen aklımıza mukayyet ol!..

«Demokrasi, insan hakları, özgürlüklerin» teminatı, bir PKK'lının veya azınlığın burnu kanasa Türkiye'nin kapısına dayanan, heyet üstüne heyet gönderen AB sahtekârları cenahından da bir haberimiz var. Avrupa Parlamentosu'nun Avusturyalı Sosyalist üyesi Harald Ettl, Ergenekon davasında, «hükümete en sert muhalefeti yapanların gözaltına alındığı» iddiasına ilişkin olarak yazılı bir soru önergesi vermiş. AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi, Dışişleri Bakanı Babacan'ın kankası Bay Rehn, şöyle buyurmuş:
«AB Komisyonu, terör örgütü oluşturmak, hükümeti devirmeye teşebbüs ve şiddet kullanarak hükümeti görev yapamaz hale getirmek suçlarına dayanılarak başlatılan Ergenekon davasında süren soruşturmanın farkındadır…AB Komisyonu, bu davayı gereken dikkatle izleyerek, Türk makamlarına, davanın yasal prosedüre ve hukukun üstünlüğüne tam saygılı ilerletilmesi gereğini vurgulamayı sürdürecektir.»
İktidara yakın isimlerden Sami Selçuk, 2 haftadır, «Yargı, yürütme tarafından kuşatılmıştır» diye feryat ediyor, adamlar çoktan hükmü vermiş!..Batsın emi, sizin demokrasiniz, insan haklarınız, hukukun üstünlüğünüz, özgürlükleriniz!..

24 Şubat 2009 Salı

Karaman oğlu Mehmet Bey ( .... - 1280)


Karaman oğullarının ikinci Beyi Kerim’üd-din Karaman’ın oğludur. Doğum tarihi belli olmayıp ölümü 1280’dır. Mehmet Bey askeri ve idari yönden bilgili bir devlet adamı idi. Bilim adamlarını etrafına toplayıp onlara büyük önem vermiştir. XIII.yüzyıl ortalarında Selçuklular, edebi dil olarak Farsçayı, devlet işlerinde Arapçayı kullanırlardı. Halk ise öz dilleri olan Türkçeyi kullanıyordu. Mehmet Bey millet olarak birlikte yaşamanın ilk şartı olan dil birliğinin sağlanmasının gerekliliğine inanıyordu. Bu birliği gerçekleştirmek için Toroslar üzerinde yaşayan bütün Türkmen boylarını çevresinde toplayarak bir ordu oluşturdu.

"Bugünden geru divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır."
13 Mayıs 1277

Üzerine gönderilen Selçuklu ve Moğol kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğratarak Konya’ya girdi. Burada yaşayan Selçuklu Türkleri Karaman oğulları ile birlik oldular.

Kısa zamanda Konya vilayeti ve bazı çevre iller Karaman oğullarının hâkimiyeti altına girdi. Daha sonra Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus’un oğlu Gıyaseddin Siyavuş’u başa geçiren Mehmet Bey’in kendisi de vezir oldu. İlk önceleri Moğol baskısına başarı ile karşı koymasına birçok kere galip gelmesine rağmen, daha sonraki çarpışmaların birinde iki kardeşi ile beraber şehit düşmüştür. İdareciliği sırasında Türkçeyi resmi dil olarak ilan eden fermanını vermiştir. Bu fermanda “Bugünden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.” diyerek siyasi ve askeri bir zafer değil aynı zamanda kültürel bir zafer kazanmıştır.

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT Dua Edelim de Türkçeyi Yasaklamasınlar!..


TRT-6'nın Kürtçe yayına tahsis edilmesiyle «dünya yıkılmamıştı» değil mi?..

Birileri, «tartışa tartışa yeni bir adım atılmasından» çok memnundur, ama biz garipler, o birileri gibi DTP Grubu'nda Kürtçe konuşan Ahmet Türk'e «göstermelik» kızmadan önce, gerçek suçluları ayağa kaldıralım.

10–15 yıl önce,

«Mevcut Anayasada gerçekten çoğulcu diyebileceğimiz yeni ifadelere, yeni renklere müsaade edilmemektedir. Anayasa'nın temel ilkeleri falan...Anayasa'nın temel ilkeleri arasında, Atatürk milliyetçiliğinden tutun, bir sürü başka madde var ki, bunlar her türlü fikrin, düşüncenin ifade edilebilmesine müsait değildir»

Diyen kimdi? Abdullah Gül…

Peki,
«Türkiye'de Kürt kimliğinin tanınması ve Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Kürtçenin öğretilmesi için yasal imkânların hazırlanması, bütün bu hakların Türkiye'de yaşayan diğer halklara da (Laz, Çerkez, Gürcü, Arap vs.) tanınması, bu çerçevede Türkiye'nin kültürel bir çoğunluğa sahip olması gerektiğini»

Savunan kimdi? Recep Tayyip Erdoğan…
Ya,
«Harf inkılabı vasıtası ile bir ülkenin tamamının bir anda sıfır okur yazar seviyesine indirgenmesi kimlere yaramıştır?..» ve «Türk toplumuna travma yaşatıldı. Bir gecede kıyafetlerini ve dillerini değiştirmeleri söylendi»
Diyenler? Recep Tayip Erdoğan ile Mir Dengir Fırat…

İktidara gelmeden 5 ay önce,

«Devletin başka dillerin öğretilmesine soyunmasına ya da başka dillerde tv-radyo yayını yapmasına gerek yoktur…Devleti denetleme fonksiyonu dışında işlere sokmak doğru değildir ve uzun vadede üniter yapımızı sıkıntıya sokan gelişmelere yol açar»
Diyen kimdi? Recep Tayyip Erdoğan…

«Kürtçe yayının TRT'den yapılması büyük sakıncalar doğabilir… Devletin televizyonu ikinci bir dille yayın yaparsa, o dilin ikinci resmi dil gibi algılanması tehlikesi var»
diyen?..Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül…

Eee, TRT Kanunu'nu değiştirip, Kürtçe yayının önünü açan ve bunu onaylayan?..Başbakan Erdoğan, Çankaya Köşkü'ndeki Gül…TRT-6'nın açılışında,
«Zaman içerisinde çok daha farklı adımların atılmasına da vesile olacaktır diye düşünüyorum… Her şey yavaş yavaş zaman içerisinde olacaktır. Biraz sabırlı olacağız…»
Diyen? Yine Erdoğan…
DTP'li Hasip Kaplan, TBMM Genel Kurulu'nda Kürtçe konuştuğu zaman stenograflar, tutanaklara, «bilinmeyen dil» yazdığında, bunu, «Türkçe dışında bir dil»
diye düzelttiren kimdi? TBMM Başkanı Köksal Toptan…

Hepsini geçtik; daha geçen ay TRT'den Kürtçe yayınlara başlanması konusunda,
«Devletin kurumu olan TRT içinde Kürtçe yayına izin vermemiz 85 yıldır yok sayılan etnik kesimin varlığının kabulü anlamına geliyor»
Diyen ve
«Herkesin Türk olduğu, Türklüğün etnik kimlik olmadığı tezleri çürümüştür. Türkiyelilik kavramının anayasal zemine dayanması gerekiyor…Türkiyelilik kimliğinin Anayasa'da ifade edilmesi sorunun çözümü için ilk ve son adımdır. Zannediyorum yerel seçimlerden sonra bu gündeme gelecek»
Müjdesini(!) veren kimdi? Gül ve Erdoğan'ın Güneydoğu Danışmanı İhsan Arslan…
Sonuç; Ahmet Türk sadece yapılmak istenenleri hızlandırıyor. Bu «dava» uğruna göstermelik tepkilere de biraz katlanacak canım!..

Onlar, «Durmak yok, yola devam» diyor… Biz mi ne yapalım? Dua edelim de, Türkçeyi yasaklamasınlar!..

Ali İhsan GÜRCİHAN / AÇIK İSTİHBARAT Başbakan'



ERGENEKON'UN BEDELİ: ('Ergenekon operasyonunun yavaşladığına ilişkin değerlendirmeler var. Ne düşünüyorsunuz?' sorusu üzerine ellerini iki yana açarak 'İnsaf' dedi ve devam etti) Bölge halkının en çok mutlu olduğu açılımlardan bir tanesi Ergenekon'dur. Bu kamuoyu araştırmalarında da çıkıyor. Bu konunun peşini bırakacak değiliz. Yani bu olay nereye varırsa varsın devam edeceğiz. Ama takdir edersiniz ki biz yasamanın içinde varız, yürütmede varız. Ama yargıda biz yokuz. Yargıya müdahale gücümüz de yok. Yargıdan beklenen bizden beklenirse bize haksızlık olur.
Kaldı ki şu anda yaptıklarımızın bedeli şimdi değil gelecekte olacak. Ama biz bu bedeli düşünmüyoruz. Şimdi biz ülkemize bedel ödetmek istemiyoruz. Bu işin yavaşlaması diye bir şey olmaz.

Başbakan..
.. Her şeyin farkında olduğunuz ve de büyük bir cesaretle hukuk çiğnenerek yandaş basın kanalı ile bu davanın istismar edildiği açıkça ortadadır.


Başbakan Diyarbakır dönüş yolunda, bir soru üzerine açıklama yapmış ve demiş ki;
«Bölge halkının en çok mutlu olduğu açılımlardan bir tanesi Ergenekon'dur.Bu konunun peşini bırakacak değiliz. Yani bu olay nereye varırsa varsın devam edeceğiz.»
«Yargıya müdahale gücümüz de yok. Yargıdan beklenen bizden beklenirse bize haksızlık olur.»Başbakan'a soruyorum.

İddianameyi hiç okudunuz mu?

Suçlamalar karşısında sanıkların yaptığı savunmaları takip edip gerçekleri anlamaya çalıştınız mı?

Bazı insanların da, hukuken suç olmayan belgelerle ve zorlama yaklaşımlarla haksız yere mağdur edildiğinin farkında değil misiniz?

Kanımca, herşeyin farkında olduğunuz ve de büyük bir cesaretle hukuk çiğnenerek yandaş basın kanalı ile bu davanın istismar edildiği açıkça ortadadır.

Sizin yaptığınız şu son açıklama bile;

Davanın oy alma adına istismar edildiği ve siyasetin kirli yüzü uğruna da bazı masum insanların aylardır hapishanede çile çektiği inancımı kuvvetlendirmektedir.

Ey Başbakan;

Sizin oy uğruna günü birlik düşündüğünüz Güneydoğu'lu vatandaşlarımızın mutluluğunu, ben ve ailem oralarda hiçbir beklenti ve çıkarımız olmaksızın çalışarak yıllarca düşündük ve düşünmeye de samimiyetle devam edeceğiz.

Onların mutluluğunu gerekçe göstererek oy uğruna siyaseti saptırırken, bu dava da suçsuz yere heba edilen insanları ve onların ailelerini kim düşünecek?

Sürekli kin ve nefret tohumları ekerek bu iş daha nereye kadar devam edecek?

Ey Başbakan,

Yaklaşımlarınız, en azından sadece DENİZ FENERİ konusunu görmezlikten gelip, geciktirmeniz bile hükmetme ve Hükümet olma konusunda sizin adil olmadığınızı ortaya koymaktadır. Bu yanlı tablo Hukuk Devleti'ne ise hiç yakışmamaktadır.

Parti olarak, üç ilkenizden birinin hukuk olduğunu söylüyorsunuz. Tüm bu olanlardan sonra inanalım mı?

Bu son açıklamanızda bile, bir şekilde Yargının halen bekleneni yapmadığını vurgulayarak, ne demek istiyorsunuz ve de kime ne mesaj veriyorsunuz?

Yapılanlar sizin siyasetiniz için halen yeterli değil mi?

Sizin hak ve hukuk anlayışınız bu mu?

Yazıklar olsun…

22 Şubat 2009 Pazar

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT T.C. Başbakanı mı, BM Gözlemcisi mi?


«Bölücülük ve terörün siyasallaşması» aşamasına geçilebilmesi için terörist başı, «idam edilmeme» garantisiyle Kenya'da teslim edildiğinde, Bahçeli'nin de ortağı olduğu hükümet, idam dosyasını Başbakanlıkta bekletti.

«Bölücülük ve terörün siyasallaşması» aşamasına geçilebilmesi için terörist başı, «idam edilmeme» garantisiyle Kenya'da teslim edildiğinde, Bahçeli'nin de ortağı olduğu hükümet, idam dosyasını Başbakanlıkta bekletti. Şehit aileleri ve milletin infiali üzerine de, «dosyanın en geç 6 ay sonra TBMM'ye gönderileceği» sözü verildi. Zaman geçti, İmralı’daki mahkeme «idam» kararı verdiği halde, sonradan Anayasa değiştirilip, idam cezası kaldırıldı, zatın cezası ağırlaştırılmış müebbede çevrildi.

Dosyanın, Başbakanlıkta bekletilme kararının alındığı günlerde, şehit aileleri adına Dernek Başkanı Mehmet Gencer, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e gitti ve aralarında şu konuşma geçti:

Gencer: Sabır diyorsunuz ama sabrın sonunda Apo asılmayacak.
Demirel: Dur bakalım sabrın sonu olur mu? Biraz sabredin.
Gencer: İdamlar yasalardan kaldırılacak ve Apo asılmayacak.
Demirel: Dur bakalım kardeşim. Her şey oldu-bitti anlamında söylüyorsunuz. Meclis'e, devlete güvenimiz var diyorsunuz, o zaman bunların hepsini siliyorsunuz.
Gencer: Meclis'e gelsin.
Demirel: Gelecektir kardeşim.
Gencer: Ama 2 sene sonra gelecek.
Demirel: Ne biliyorsun iki sene sonra geleceğini?
Gencer: 2 sene sonra sizin meşhur sözünüzle dün dündür, bugün bugündür denirse ne yapacağız?
Demirel: O zaman, bugün ne yapacaksan, o gün yaparsın. O gün yapacağınızı, bugün yaparsanız yanlıştır. Sizi incitecek bir şeyin yapılmasına kesinlikle taraf olmam. Benim size tavsiyem, biraz sabırdır.Şehit aileleri, Çankaya Köşkü'nden, «devlete, haklarını helal etmeyerek» ayrıldı…

Bu konuşmanın üzerinden 9 yıl geçti. Niye hatırladım ve hatırlatıyorum derseniz, nereden nereye geldiklerini bir düşünelim istedim. Dün insanlarımız, «Bu niye idam edilmedi?» diye sokaklara dökülüyordu, bugün terör örgütü mensupları, «Niye yakalandı, niye hala İmralı'da?» diye ülkeyi yangın yerine çeviriyorlar. Bölücü başı, İmralı'dan ayan-beyan şekilde sadece Kandil'i değil, Meclis'teki partisini idare ediyor. İşte avukatları aracılığıyla yaptığı haftalık olağan, «örgütü talimatlandırma» toplantısının sonuncusunda devlete, «Kürt sorununa çözüm» için üç aşamalı plan önerdi(!)..Karşılıklı ateşkes, sivil-demokratik Anayasa, Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulması… «Davutoğlu Hamas için, Suriye'de görüşmeler yapıyor da niçin DTP ile görüşülmüyor?» demeyi ihmal etmedi, «Artık anaların ağlamasını istemiyorum, yoksa Bahar'da olacaklardan sorumlu değilim» tehdidi de savurarak. Partisi DTP'nin eş başkanı Emine Ayna hemen, «İşte çözüm, tartışalım… O, 3 milyonun temsilcisi… Türkiye'ye göre suçlu, bize göre temsilcimiz» buyurdu.

Nereden, nereye!..Ne iktidarın, ne milletin sesi, soluğu çıkmıyor. Meydan onların… 10 yıl önce bunları düşünebilir miydik?

DTP'nin kapatılması davası hala Anayasa Mahkemesi'nde bekliyor. Neden?..Anayasa'nın açık hükmüne rağmen, diyelim ki, «şiddete başvurulmadıkça» partilerin kapatılmasına karşısınız, 15 gündür olanlar, DTP'lilerin öncülüğünde yapılanlar şiddet değilse ne? Çoluğu, çocuğu, kadınları meydanlara sürüyorlar. Müdahale etsen suç, etmesen işte tablo. Osman Baydemir efendi Roj-tv'ye telefonla bağlanıp, «Çocukların gözlerinden, gençlerin alınlarından, anaların ellerinden öptüğünü» söylüyor? Yani, «devam edin» diyor.

Terörle mücadele için «Güvenlik Müsteşarlığı» kurulacak, aylardır kurulamıyor. Neden? Seçimlerden sonra, Anayasa değiştirileceği için «nasılsa gerek kalmayacak» diye düşünülüp, millet ve TSK mi idare ediliyor?

Başbakan Diyarbakır'a gitti. Değerli okurumuz Selcen Çelik dikkat etmiş, Erdoğan, Akif Beki'nin mesajını almış, «Karayılan» şiirini okumasa da, Sezai Karakoç'tan bahsetmiş. Zaten Beki de, yerinde «gözlem» içini olsa gerek Diyarbakır'daymış!..

Ya Başbakan'ın mesajları; «Barış» dedi, «analar ağlamasın» dedi, «29 Mart sabahı yeni bir dönem başlayacak» dedi, «geçmiş yılların yanlışları, geçmiş ile yüzleşme, arınma süreci» dedi, "Türkiye Cumhuriyeti üst kimliği" dedi… «Aidiyet duygusunu zedeleyen engelleri kaldırmaktan» söz etti. «Dün devletin gücünü istismar edenlerin, kendilerini devlet zannedenlerin, bugün hukuk karşısında, millet karşısında yapayalnız kaldığını», «Hangi tarafta yer alırsa alsın, hangi duyguları istismar ederse etsin, çetelerin, mafyaların, terör şebekelerinin birbirinin değirmenine su taşıdıklarını» söyledi. Ve aynen Hoca efendi’nin arzu ettiği gibi, «Türkiye'den yayılan bu sıcaklığın, bu kardeşlik ikliminin Kuzey Irak'tan Balkanlara, Gazze'ye kadar dost ve kardeş milletlerin yüreğini serinlettiğini» müjdeledi!..Daha ne desin?..

Zaten bir süredir muhalefete çatma adına, «Sivas'tan öte gidemiyorlar» sözleriyle, adeta coğrafi bölünmeyi beyinlere nakşediyor. Osman Baydemir'in, «Bu coğrafyanın adını da kabul edecekler» demesinden ne farkı var ki?..

Fethullah Hoca'nın Abant Platformu'nun Erbil toplantısından dönenler, ağzı kulaklarında, «Irak Kürdistan'ı» propagandası yapıyor, Türkiye'yi, «Barzani ile ayrı düşürenlere lanetler okuyor» !.. Bu sahiplerinin sesine de iki şey sormak istiyorum;

1-Irak Kürdistan'ı varsa, başka nerelerin Kürdistan'ı var veya olacak? Onları da bir söyleseniz!..

2-Geçtik yıllardır PKK'ya yardım-yataklık yapmasını, şu Barzani'niz Anayasa taslağında acaba niye Sevr'den bahsediyor, Kerkük'ü neden Başkenti gösteriyor? AKP'ye kadar Türkiye'yi idare edenler «ruh hastası» olduğu için mi, sizleri Barzani’nizden ayrı koydular?

Amma kabahat sizde değil, size bu cüreti verenlerde, meydanı boş bırakanlarda!.. Özellikle de, "Siz tanısanız da, tanımasanız da K. Irak'ta bir oluşum var, bu bir gerçek. Onlarla işbirliği, Türkiye'nin menfaatine" diyen bazı «devletülerimizde» … Lütfen onlar bir adım öne çıksınlar!..

21 Şubat 2009 Cumartesi

Ali İhsan GÜRCİHAN / AÇIK İSTİHBARAT / DEVLET’İN KİMLİĞİNE SALDIRANLAR…


Daha önceki yazılarımın bir çoğunda Devletimiz’in bugünkü Üniter,Ulusalcı,Cumhuriyetçi yapısından rahatsızlık duyan bir kesimin olduğunu belirtmeye çalışmıştım.
Daha açıkçası,Kurtuluş Savaşı sonrası, Atatürk ve Arkadaşları ile Türk Halkının yeniden yarattığı Devletimizin kuruluş felsefesini bir türlü hazmedemeyenler ve onu yıpratmaya çalışanlar bulunduğunu ifade etmeye gayret etmiştim.

Ne yazık ki,bazı yetkililerin ve aydın diye bu Millete özellikle görsel basın üzerinden fikir verenlerin her geçen gün daha da saldırganlaşan söylemlerini ve hatta eylemlerini duydukça ve gördükçe bu kanaatim daha da güçlenmektedir.

İşte size son bir haftada söylenen ve yapılanlardan sadece birkaç örnek:

Haber Türk televizyonu,Kim Haklı proğramında, Hamza TÜRKMEN isimli biri,bakın neler söylüyor;
Kurtuluş Savaşının gerçekle ilgisi olmayan HAYALİ (SANAL)bir savaş olduğunu iddia ediyor.
Atatürk’ün Ümmet anlayışını yıkarak ve Hilafeti kaldırarak bir şekilde bu topluma ihanet ettiğini belirtiyor.
Daha da ötesi ,Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına esasen,laik devlet dayatmasına boyun eğilmesi ve onlarla işbirliği yapılması karşılığında bizzat Batılı Devletler tarafından müsaade edildiğini açıklıyor.
Açıkçası Atatürk’e doğrudan küfredemediği ve Ulus Devleti’de alenen lanetleyemediği için ,bunu çok ustaca ve dolaylı bir şekilde,ancak bir o kadar da alçakça yapıyor.

Diğer örneğe gelince:
Erbil’de Fetullah ekiplerinin organize ettiği "Kürt Sorununa Çözüm" toplantısına katılan Mümtazer Türköne ise Osmanlı’daki yapılanmadan bahsettikten sonra yazısının bir bölümünde bakın ne diyor:
”Cumhuriyet’in Ulus-Devlet projesi ise bir mecburiyettir.Bu projeyi gerçekleştirmek için seferber edilen milliyetçi tezlerin çoğu abartılı ve uydurmadır.”Cengiz Çandar’da yazıdan alıntı yaparak bu görüşü destekleyen ikinci bir yazı yazıyor.
Şu işe bakın ki,bu ülkenin sözüm ona aydın kişileri dolaylı bir söylemle, bizlerin sahip çıkmaya çalıştığı Milli Kimliğimiz ve Değerlerimizin bazı uydurma görüşlere dayalı olduğunu ifade etmeye çalışıyor.

Son bir örnek’de resmi yönetimden hem de bu Ülkenin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir okulundan:
Gümüşhane’de bir İlköğretim Okulu’nun duvarına Başbakan’ın siyasete ve oy toplamaya yönelik günü birlik sözleri yazılıyor.Tıpkı Atatürk’ten bir vecize gibi ve ona emsal teşkil edecek şekil ve görüntüde.

Tüm bu söylem ve yaklaşımları dikkate aldığımızda;
Üniter Devlet yapımız ,Cumhuriyetimiz ve onun sembolü Atatürk karşıtı olan bir kesimin çeteleşerek yoğun bir çalışma içerisine girdiğini,psikolojik savaş dahil her türlü imkana sahip bulunduklarını,böylece birileri tarafından önlerininin açılmaya çalışıldığını ve her geçen gün de cesaretlerinin arttığını düşünüyorum.

Bilmem bu çetelerin,yaptıklarının ve fırsat bulunca ne yapmak istediklerinin farkında mısınız ?

Bu Ülkede çeteleri çökertmek isteyen samimi Demokrasi ve Cumhuriyet sevdalılarına duyurulur.

Saygılarımla…
21 Şubat 2009

Ali İhsan GÜRCİHAN / AÇIK İSTİHBARAT / SORUNLARIMIZA FETULLAH ÇÖZÜMÜ.


Kürt sorununa çözüm bulmak üzere, ‘Barışı ve Geleceği Aramak’ adı altında Abant Platformu tarafından,IRAK’ın ERBİL kentinde Irak Kürtleri ile birlikte hafta sonu bir toplantı düzenlendi.

Başkonsolosumuz’un da konuşma yaptığı toplantı,Fetullah efendinin gönderdiği bir mesaj okunarak açıldı.Toplantıya Mümtaz Türköne ve Cengiz Çandar gibi,Ergenekon davasını fırsat bilerek Devletle hesaplaşmaya çalışan bazı Türk gazetecileri de katıldı.

Bu nasıl bir güçtür ve de yetenektir !...
Şaşırmamak mümkün değil.
Fetullah denen din eğitimli bir kişi ile onun uzantısı dernek ve basın organları,böyle bir konuda liderlik düzeyinde rol alma gücünü ve inisiyatifini nereden almaktadır ? Bir şekilde kendisini Dışişleri yetkililerimize de dinletme becerisini nasıl gösterebilmektedir ?

Fetullah denen kişinin bu manevi ve maddi gücü gerçekten sadece samimi inançlı bir cemaatten mi kaynaklanmaktadır ? Buna inanmak mümkün müdür?

Belki de biz gerçekleri bilmiyoruz ve kendisini tanımıyoruz ? Yoksa Hoca efendi din adamı olmaktan öte ;

- Yılların diplomatı mı ?
- Bugüne kadar tanıyamadığımız bir siyaset bilimci mi ?
- Bir devlet adamı ya da strateji uzmanı mı ?
- Bizim Devlet adamlarımızın saygı duyduğu,etkilendiği ve de kendisinden çözüm beklediği biri mi ?
- Ya da,İslam Dünyası’na uyarlanmış Soros benzeri bir yapılanmanın lideri mi ?

Şöyle bir sakince düşünün bakalım ;
Bu ülkeyi de doğrudan ilgilendiren ve ABD’nin bizzat içerisinde olduğu önemli bir konuda çözüm üretme gayretleri, acaba sadece Fetullah hocanın yaklaşımı olabilir mi ? Bireysel eğitimi ve kapasitesi buna yeterli mi ?

Kanımca bu kadarcık basit bir sorgulama dahi,bu işin bir yerlerden yönetildiğini ve yürütülen faaliyetlerin arkasında da önemli bir gücün olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Peki bu güç kimdir ve nedir ?

Zorlanmaya hiç gerek yok.Cevabı çok kolay.
Orta Doğu’yu kim sömürmeye ve yönetmeye çalışıyorsa işte GERÇEK GÜÇ ODUR.
Ne yazık ki bu bölgede kullanılan işbirlikçilerin ipleri de,muslukları da işte o gücün himaye, gözetim ve denetimindedir.

Saygılarımla.



16 Şubat 2009

20 Şubat 2009 Cuma

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT / Akif Beki, Şimdi Kimin «Sözcüsü» , Erdoğan'a İlettiği Mesaj Ne?


Artık o bir Radikal yazarı… Serdar Turgut, ilk yazısında onu silse de, ben hala «misyonunun» devam ettiğini bildiğimden, yazılarını satır satır okuyorum.


Eski patronuna, «Başbakana Kara Yılan Teklifim» başlıklı son yazısı karşısında gözlerim fal taşı gibi açıldı, beynimde şimşekler çakıştı, çarpıştı…

Erdoğan yarın Diyarbakır'da olacak. Akif Beki, bundan hareketle, eski patronuna, Cahit Sıtkı'nın, «Memleket İsterim» i yerine, Sezai Karakoç'un, «Kara Yılan» ını okumasını öneriyor. Erdoğan'ın harflerinden «Hz. Musa» sonucunu çıkaracak kadar yetenekli ve bilgili olan Beki, Karakoç'un taa Mart 1953'te yazdığı bu şiiri için nedense, «Soyut mudur, somut mu, ikinci yeni ekolünden mi, değil mi; hiç ilgilenmiyorum» deme ihtiyacını duyuyor. Bu vurgulama sadece biz gibi «şeytanlar» için, yoksa Karakoç ve Beki'yi bilenler açısından mesaj, «arife tarif gerekmeyecek» kadar açık!..

Önce sizi mahrum bırakmamak için bu mesaj/şiiri aktarayım:
Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını
Ve bütün varlığımla karayılan seni çağırıyorum
Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeye
Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini
Sana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elinde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içmeye çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmış demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Seni süt içmeye çağırıyorum parmaklarımdan
Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan.


Eskiden «Karayılan» dendi mi aklıma doğrudan, «Kara yılan der ki harbe oturak, Kilis yollarından kelle getirek… Nerde düşman varsa orda bitirek, vurun Antepliler namus günüdür» dizeleriyle başlayan, Antep'in kurtuluş türküsü aklıma gelirdi… Bunlar unutuldu, gerilik, ilkellik oldu, artık tek bir «Kara Yılan» var, o da «Kandil» deki…

«Şeytanlığın, paranoyanın» bu kadarına ben de «pes» diyeceğim amma, geçen hafta sonu, Fethullah Gülen'in «onursal» başkanı olduğu Abant Platformu'nun Erbil'de yaptığı o toplantı olması… O toplantıya, DTP-PKK gözlemcileri katılmasa… Hoca efendi, çok anlamlı, deruni bir mesaj göndermese… Ve dahi o toplantının sonuç bildirgesinde hem Barzani, hem PKK ile «anlaşma» mesajı verilmese!..

Üstat Sezai Karakoç isminin de, bu camia için ayrı, özel bir anlamı var. «Diriliş» doktrininin kurucusu, «Diriliş Nesli» nin öncüsü. «Devlet, millet ve medeniyet kavramlarına farklı anlam yükleyen» biri. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'dan öğrendiğimize göre Hoca Efendi de, «İzmir'de Diriliş Derneği kuracak kadar Sezai Karakoç sevgisine» haiz.

Bunları alt alta koyunca, gözlerimin neden fal taşı gibi açıldığını anladınız mı?..Beynimde çakan ve çarpışan şimşeklere gelince;

Derin kulislerde, Beki'nin Gül, Erdoğan ve Hoca efendi ile ilişkileri hakkında çok şey söylendi, söyleniyor. Geçmişte, Hoca Efendi ile iletişim hep onun üzerinden sağlanmış. Ancak her daim Hoca efendi ve Gül'e yakın duran Beki'nin, Erdoğan'ın sözcülüğünü yapması da bir «görev» den ibaretmiş. Bunu bilen Erdoğan, o'nu hiçbir zaman birinci çemberine sokmamış. Ne olduysa, ya «görev» tamamlandığından, ya da Erdoğan'ın «yeter» çekmesinden sonra Akif Beki, «Radikal» cepheye kaydırılmış. Milletin ağzı torba değil ki, bunda bile Erdoğan'a bir «mesaj» olduğu söyleniyor; «Aydın Doğan-Fethullah Gülen dayanışması haa!...» falan gibi.

Diyeceğim o ki, Beki'nin bu mesajı tahminlerin de ötesinde önemli, anlamlı… Kasımpaşalı Erdoğan, CHP-MHP gibi rakipleri değil, cemaat tarafından, «tam teslim» e zorlanıyor. İşin ucunda seçimden sonra «tasfiyesi» de var… Erdoğan çok ama çok sıkıştı!..O patlamalar, öfke selleri bundan.

Yarını merakla bekliyorum. Bakalım Erdoğan, Beki'nin mesajını benim anladığım gibi anlamış mı ve acaba ne yapacak?

19 Şubat 2009 Perşembe

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT / Elimizde Oyuncaklar, Uçurumun Kenarındayız!..


Daha önce de yazdım, 29 Mart'ta o «darbeyi» yapmanın peşindeler. Uçurumun kenarındayız, -ne olur kınamayın- korkuyorum ve halkımız uyansa bile o sandıktan çıkacak-çıkartılacak sonuca güvenmiyorum.


Gül ve Erdoğan görev bölüşümü yapmış, iki koldan çalışıyor. Nefes nefese 29 Mart'a koşuyorlar. Kah Davos, kah medya ve muhalefetle kavga, kah «sadaka» rüşvetleri, kah Rusya ile «yakınlaşma» , kah Obama'nın «övgü» telefonları, kah Türkiye'nin geleceği için «sözü olacak» partilerin «parti için iktidar kavgasına» tutuşturulmasıyla, milletin eline «oyuncak» verilip, Türkiye boynuzlarından uçuruma sürükleniyor.

İçerdeki dertlerimiz belli; Yolsuzluk, yoksulluk, kurumlara ve muhaliflere şantaj, baskı, sindirme, devletin içinin ve altının boşaltılması, PKK'nın şehirdeki uzantılarının Doğu-Güneydoğu'yu savaş meydanına çevirmesi, PKK'nın iddialarına itibar edilip, «asit kuyuları» soruşturulurken, Ergenekon ifade ve belgelerini sızdıranlara, herkesi izleme ve dinlemeye alanlara ya da Mahkemenin kararına rağmen, «Ergenekon Terör Örgütü» demekte ısrar edenlere seyirci kalınması… Gül ve Erdoğan'ın umurunda mı?..Hele 29 Mart seçimleri alınsın, sonrası tufan!..

Büyük «tsunami» hazırlıkları ise Türkiye'nin son kırmızı çizgileri üzerinde yürütülüyor. Tsunaminin öncü seslerini kaç kişi duyuyor? Kaç kişinin, hangi kurumların umurunda?..
IRAK RESMEN BÖLÜNÜYOR, KÜRTLER «MİLLET VE DEVLET» OLUYOR

Fethullah Gülen'in «onursal» başkanı olduğu Abant Platformu'nun Erbil'deki toplantısından başlayalım. Çankaya Köşkü'ndeki Gül, bunları destekledi, teşvik etti. Başbakan Erdoğan ise toplantıya katılmayı planlayan üç AKP milletvekilini «durdurdu» !..Gerekçesine bakın, selama durun; «Seçim sürecine girdik. Kuzey Irak'ta yapılacak toplantı bazı çevreler ve muhalefet tarafından istismar aracı yapılabilir. Hassas bir süreçteyiz. Konferansa gitmeniz doğru olmaz» . İyi ama bir devlet temsilcisi olan Musul Başkonsolosumuz Hüseyin Avni Botsalı'nın bu toplantıya katılıp, konuşması neyin nesiydi?..Başbakan'ın haberi yok muydu?

Erbil toplantısında, Abant Platformu adına konuşarak, artık Fethullah Hoca'nın yeni sesi olan, «Soros milliyetçisi» Mümtazer Türköne AKP milletvekili Özlem Türköne'nin eşi), >«İflas etmiş ve tükenmiş ulus-devlet tezlerini tekrarlamak yerine yüreğimizdeki sıcaklığı büyütelim» buyurdu. «İti, öldürene sürükletmek» işte budur!..

Cemaatin diğer prensi Nasuhi Güngör'den de öğrendik ki, Erbil toplantısına, «PKK-DTP hattını temsil eden isimler de izleyici olarak» katılmış…

Ve DTP'li Gülten Kışanak, «Kürtçe alfabenin» serbest bırakılması için kanun teklifi verdi. Teklifi yanlış anlaşılmış, «Türk alfabesinin 29 harf olarak kalmasına itirazları yok» muş. Sağolsun, Varolsun!..
Barzani'nin, cemaatle de çok yakın ilişkisi olan medya sorumlusu Sero Kadir, Erbil toplantısını, «İki millet arasındaki diyaloga atılan ilk adım» diye değerlendirdi. İki millet kimler? Türkler ve Kürtler… Irak'ın kuzeyindekileri resmen «millet» olarak tanıma kampanyasını yürütenler, ülkemizdeki Kürt kökenli vatandaşlarımıza ne diyecekler, onları ne sayacaklar?..Azınlık bile değil, artık «milletleştirme» projesi için düğmeye bastıkları belli değil mi?

Irak'ın bölünmesi de altan alta yürüyor. Hocaefendi'nin ve 2. Cumhuriyetçilerin «Kürdistan» ı hazmettirmek için bu kadar hızlı, cesur ve pervasız davranmasının ardında da bu var. ABD Irak'tan askerlerini çekecek, Afganistan ve Pakistan'a yüklenecek. İran için yığınak yapacak. Bunları yapabilmesinin tek yolu, Türkiye'nin Barzani «Kürdistanı» nı tanıması. Gözü arkada kalmadan gidecek. Epey «ümit» verilmiş olmalı ki, internet sitelerinde, «Kürdistan'ın bağımsızlığı» anketleri düzenleniyor, Barzani, Irak Başbakanı Maliki'yi tehdit ediyor… Daha önemlisi Mam Cemal Talabani'nin oğlu ve partisine vasiyetleri… Belli ki, o da işlevini tamamladı, artık Bağdat'ta oturmasına gerek duyulmuyor… Bütün Batılı ülkeler, düğmeye basılmış gibi, Erbil'de konsolosluk açıyor, Türkiye'ye de dört koldan baskı yapılıyor. Bunlar neyin habercisidir?
TÜRK ORDUSUNA; KIBRIS'TAN ÇIK, AFGANİSTAN'A GİR

En az «Kürdistan» projesi kadar önemli ve bizatihi bunun devamı niteliğinde bir gelişme daha yaşanıyor. Hani bizimkiler Obama'nın telefonlarını «hamasi» boyutta yansıttılar ya… Obama cenahı ise, döne döne, «Türkiye-ABD ilişkilerinde NATO» vurgusu yaptı. Bu öyle bir vurgu ki, altında Kıbrıs da var, Afganistan da. Açıklayayım;

ABD-AB-NATO, söz birliği halinde NATO-Avrupa Ordusu arasındaki ilişkinin kurulması, bu güçlerin Afganistan başta olmak üzere Orta Asya ve Kafkasya'da daha etkin çalışmasının şart olduğunu söylüyor. Tek dertleri de, Türkiye'nin Rum kesiminin hem NATO, hem Avrupa Ordusu üyeliğini veto etmesi. İşte tam bu dönemde Fransa'nın, NATO'nun askeri kanadına dönmesi gündeme geliyor. Fransa içinde dahi yoğun tartışmalar yaşanıp, bu kararın parlamentoda oylanması istenirken, ABD ve AB, Fransa'nın NATO'ya dönüşünün oylanmamasını, daha açıkçası Türkiye'nin veto kartını kullanmamasını planlıyor. Bizimkiler de pek teşne. Ama bu domino etkisi yaratacak bir olay. Fransa'yla sorunlarımızı geçtim, şayet Türkiye, «veto» hakkından feragat ederse, yarın öbür gün Rum kesiminin üyeliğini burnumuza dayayacaklar ve Fransa örneği içtihat yapılacak. Böylece Rumların hem NATO, hem Avrupa Ordusu'na üyeliği gerçekleştirilecek. Bu olayın sonucu, Türkiye'nin, uluslararası zeminde Rumlara karşı son kalelerini kaybetmesinden ibaret değil. Ardından, «işgalci» dedikleri Türk askerinin Kıbrıs'tan çıkarılması, bunun yerine Avrupa Ordusu'nun yerleştirilmesi kararını alacaklar. Yani Türkiye Kıbrıs'tan çıkacak, soydaşlarımız Batılıların insafına terk edilecek. Bitmedi, NATO-Avrupa Ordusu «uyum» u sağlanacak ya, Türkiye'nin Afganistan'a «muharip» güç göndermesi, yani «Peygamber Ocağı askerlerinin» , Müslüman Afganlara karşı kullanılması dayatılacak.
Şu hale bakın; Kürdistan'ı kur, KKTC'yi ortadan kaldır… Kıbrıs'tan çık, Afganistan'a gir…

Biz «elimize verilen oyuncaklarla» oynaya duralım, Türkiye işte bu oyunların içine çekiliyor.

Milat 29 Mart… AKP Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ'ın, «CHP'nin direncinin 29 Mart'a kırılabileceğini» söylemesi, Başbakan Erdoğan'ın oy hedefini yüzde 50'ye çıkarması, «sandığın karşısında hazır ola geçecekler» demesi, nasıl olacağı hepimizce malum yeni anayasa için Nisan'a randevu vermesi ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, «Anayasa hazırlayabilmemiz için ille de darbe mi olması lazım» açıklaması hiç tesadüf değil…

Daha önce de yazdım, 29 Mart'ta o «darbeyi» yapmanın peşindeler. Uçurumun kenarındayız, -ne olur kınamayın- korkuyorum ve halkımız uyansa bile o sandıktan çıkacak-çıkartılacak sonuca güvenmiyorum.

Erdoğan değil, AKP, yerel seçimlere 8-0 değil, 18-0 önde başlatıldı. Devamı da gelecek…

İçerden, dışardan, «Düşman dayamış hançeri vatanın bağrına… Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini… »

Allah, milletimizin-ülkemizin yar ve yardımcısı olsun!..

16 Şubat 2009 Pazartesi

Meyyal UYGUR / AÇIK İSTİHBARAT /Fethullah Hoca; ABD-İsrail «Kürdistan» ını Kuruyor, PKK İle Pazarlığı Destekliyor…Ey Cemaat-i Müslim; Ne Diyorsunuz?..


Fethullah Gülen'e bağlı Abant Platformu hafta sonunda Barzani'nin «başkenti» Erbil'de toplandı. Cengiz Çandar'a göre, «100 Türkiyeli aydın» Star ve Yeni Şafak Gazetesi yazarlarına göre, «Kürdistan» daydı.

Toplantıda Abant Platformu adına, geçmişte Tansu Çiller'e, «Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir» sözünü söyleten Mümtazer Türköne konuştu. Türköne, Erbil'e gitmeden önce kaleme aldığı yazısında, Ergenekon operasyonu sayesinde, «Kürt sorununun barışçı çözümünün» önü açıldığını, PKK'ya «genel affı» engelleyecek kimse kalmadığını yazdı. Dahası, önümüzdeki ay Barzani'nin Erbil'de düzenleyeceği «Kürt Konferansı» nın, «Kürt ulusal kongresi» niteliğinde olacağını, çünkü Kürtlerin «dört parça» adını verdikleri Türkiye, İran, Suriye ve Irak'tan «legal ve illegal Kürt örgütlerinin» bu toplantıya katılacağını vurgulayıp, o örgütlerden birisinin de PKK olduğunu, konferansın, «PKK'nın silah bırakmasına vesile olacağını» müjdeledi(!)…

Bunları söyleyen bir kişi, Erbil'de Abant Platformu adına konuştuğuna göre, Hocaefendi de aynı görüşte demek değil midir?. .

Peki, Abantçılar nasıl bir «çözüm» ü savunuyor? ABD-İsrail yapımı çözümü, yani Türkiye'nin, PKK için «terör örgütü» bile demeyen, örgütü bağrında barındıran Barzani yönetimini tanınmasını, Erbil'de konsolosluk açmasını, Türkiye-Barzani bölgesi arasında siyasi, ticari, kültürel ilişkilerin güçlendirilmesini… Nitekim toplantıdan sonra yayınlanan sonuç bildirgesinde, şunlar buyruldu;
Madde 6- Sınırdan geçişlerin kolaylaştırılması için gerekli düzenlemeler acilen yapılmalıdır.
Madde 14- Erbil'de bir Türk Konsolosluğu ve Ankara'da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin bir temsilciliğinin açılması genel bir arzu olarak dile getirilmiştir.


PKK'nın «silahsızlandırılması» da, aynı odakların senaryosu… Türkiye'de «Kürt sorununun demokratik çözümü» için AB reformlarının devam etmesi, Anayasa'da «Kürt kimliğinin» tanınması ve PKK'ya «genel af» … Öngörülen «af» planı da şu:
«Teröristlerin bir kısmının hapse girmeme garantisiyle, Türkiye'ye dönmelerinin sağlanması, kalanların Barzani Peşmerge «ordusuna» katılması, «sözde» liderlerinin Avrupa ülkelerinde ağırlanması, PKK silahlarının kameralar önünde ABD subaylarına teslim edilmesi… »

Şimdi bir de Abant Platformu Sonuç Bildirgesine bakalım;
Madde 3- Etno-milliyetçilik üzerinde kurulan her türlü politika reddedilmektedir. (En ala Kürtçülük yapılırken, burada kast edilen Türk Milleti kimliğidir)
Madde 10- Taraflar, Erbil'de Kürt siyasi gruplarının barışçı ve demokratik yöntemlerle sorunlarını tartışacakları bir konferansın düzenlenmesini olumlu bir adım olarak değerlendirilmektedir. (Türköne'nin söz ettiği, PKK'nın da katılacağı konferansa, kurumsal destek veriliyor)

Madde 12- Taraflar, her türlü sorununun çözümünde şiddet yöntemlerini reddetmektedir. (Kanlı terör ve Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü savunma hakkı eş değer tutulup, «şiddet» sayılıyor)
Fethullah Hoca'dan Tam Destek

ABD'deki Fethullah Gülen, bu toplantıya bir mesaj göndererek, konuşulan ve savunulanlara tam destek verdiğini ortaya koydu. Hoca efendi’nin mesajının, «Abant toplantılarına gönderdiği ilk mesaj» diye takdim edilmesi de ilginçtir, bu «desteği» vurgulama amaçlıdır. Oysa 2004'te 17 Aralık Zirvesi öncesi Brüksel'de yapılan «Abant Platformu» na da mesaj göndermişti.

Ey Fethullah Hoca'ya inanan, güvenen kardeşlerim;

Mümtazer Türköne ve Batılılar, Ergenekon operasyonları sayesinde, «Kürdistan senaryolarına», Türkiye'yi «Yugoslavyalaştıracak, Iraklaştıracak» planlarına direnecek asker, sağ ve sol milliyetçiler kalmadığını düşünüyor. Peki, siz; Siz bunlara direnmeyecek misiniz? En halis duygularla parmağınızdaki yüzüklerinizi verdiğinizi, hanımlarınız, cemaat evlerinin tuvaletlerini temizlediğini biliyorum. Tüm bunları, milletimize, devletimize, dinimize faydalı olmak adına yaptığınızı da… Sizlerin, «Milletimiz parçalansın, 30 yıldır ülkemizi kan gölüne çeviren PKK ile masaya oturulsun, Türk-İslam düşmanı Batılılara hizmet edilsin» demediğine, demenizin mümkün olmadığına can-ı gönülden inanıyorum.

Evet, biliyoruz, Said-i Nursi'nin bir emeli de, «Said-i Kürdi» lakabında özetlenmişti. Ancak yine biliyoruz ki Said-i Nursi, yaşadıklarından ve gördüklerinden sonra, hem kendisine, hem talebelerine «siyaseti yasaklamış», hatta «men» etmişti. Bunun sebebi sorulduğunda da, şunları söylemişti:
«9–10 sene evveldeki eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki, o yol şüpheli ve zorlu. Hem en lüzumlu hizmete engel ve tehlikeli bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olmak ihtimali var. »
«Bilmeyerek, ecbeni parmağına alet olmak ihtimali var» sözünün altını çiziyor ve ne olur, «Siz de uyanın» diye yalvarıyorum!. .

Behiç GÜRCİHAN / Ergenekon Savcılarını Takviye Davayı Sulandırdı mı? / AÇIK İSTİHBARAT


Ellerinde pankartlar, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar güruhu «Genç Siviller» Ergenekon sürecinde savcı sayısının arttırılmasını savunanları Sabih Kanadoğlu üzerinden iğneliyorlar:



«240 Savcı yetmez, 367 olsun»

«Ergenekon» sürecine de rövanşist duygularla taraf olanlar, her şeyi fetişleştirdikleri gibi Savcı Zekeriya Öz'ü de plastik bir kahraman haline getirip demokrasicilik oyununun Barbi bebeğine çevirdiler.

Öz'ün yanına başka savcılar atanınca bu sürecin sulanacağını zannediyorlar.

Ya Öz'ü bilmiyorlar, ya iddianameyi… Yâda mahkemede yaşananlardan haberleri yok. Bu soruşturmanın ek savcılarla takviye edilmesini en önce bu süreci ciddiye alanlar istemeli. «Ergenekon amigoları» dahil.

Aşağıda iddianameden ve duruşmalardan rastgele seçtiğim belli başlı noktaları okuyun ve siz karar verin Zekeriya Öz'ü takviye etmek bu süreci sulandırır mı, yoksa ciddiyet mi kazandırır…?

«Asrın davasının» iddianamedeki temel tezi, ortada «Ergenekon» diye bir terör örgütü olduğu olduğu..Peki, yıllardır süren soruşturmaya rağmen iddianame örgüte dair net bir tanım ortaya koyuyor mu? Açın iddianamenin 85, 109, 153, 339 ve 346. sayfalarını okuyun. Hepsinde farklı birimlerden söz edildiğini göreceksiniz. Kendimden örnek vermek gerekirse örgütün «medya ve strateji» bölümüne üye olmakla suçlanıyorum ama iddianamedeki tanımlamalara göre örgütün böyle bir birimi yok!

İddianame bıktırıcı tekrarlar, atlanan bölüm başlıkları ve Orhan Pamuk'u aratmayacak bir Türkçe ile bezeli. Peki, Felice Casson veya Di Pietro zannettiğimiz savcının mahkemede intihal (aşırmacılık) ile suçlandığını biliyor musunuz? Güya örgütün ideolojisi olduğu iddia edilen Agartha efsanesinin anlatıldığı bölümün Burhan Yılmaz'ın «Bilinmeyen Mevlana» ve «Gerçek Ergenekon» kitaplarından kaynak gösterilmeden, aynen alındığı açıkça belgelendi. İşte bu yüzden Öz, sadece kötü Türkçesi ve Türk milliyetçiliğini batının istediği şekilde yorumladığı için değil, işte bu nedenle de Orhan Pamuk'un ardından Nobel edebiyat ödülüne aday gösterilmesi istendi. Şaka değil, aynı savcı «akıl ve ruh sağlığının tespit edilmesi» talep edilen ilk savcı olarak da dünya hukuk tarihine geçti.

İddianame hukuk tarihi açısından daha pek çok yeniliklerle dolu. Dünya hukuk tarihinde muhtemelen ilk kez, suç aletinin yokluğu «suç delili» olarak gösterildi… En çarpıcı örnek İlhan Selçuk'la ilgili. İddianameyi yazanlara göre İlhan Selçuk'un cep telefonu kullanmaması, örgütsel ilişkilerinde «gizliliğe verdiği önemin» kanıtı! Yine aynı iddianamede insanlar, «şu kişi ile şu kadar kez konuştu» denilerek «örgütsel ilişki» içinde gösteriliyor. Söz konusu konuşmaların içeriğine bakan bile yok…

İddianamede «örgüt belgesi» olarak sunulan belgelere göre Ergenekon, Cumhuriyet gazetesi ile Aydınlık dergisini ele geçirmeye çalışıyor. Kaderin garip cilvesine bakın ki, İlhan Selçuk ile Doğu Perinçek yine iddianameye göre aynı zamanda örgütün üst düzey yöneticileri. Yani İlhan Selçuk ile Doğu Perinçek sahibi/yönetmeni oldukları yayınları «ele geçirmeye çalışmakla» suçlanıyorlar. Bir yayını ticari olarak ele geçirmeye çalışmanın neden suç olduğu gibi hukuki sorulara girmiyoruz bile.

Mahkemede, Ergenekon'a ait olduğu iddia edilen belgelerin ilk olarak Aksiyon dergisinde yayımlandığı, ilk Fehmi Koru ve Aslı Aydıntaşbaş'ta bulunduğu ve bu belgelerin internette yıllardır dolaştığı, bu belgelerden bazılarının bizzat Mehmet Eymür tarafından yazıldığı defalarca kanıtlandı. Ama iddianamede, bu belgelerin bilgisayarınızda bulunması «örgüt üyeliğinin delili» sayılıyor.

İddianamede anlatılan meşhur bir «Ata şehir toplantısı» var. Daha sonra kimliği Osman Yıldırım olarak deşifre olan gizli tanığın çelişkilerle dolu beyanından başka hiçbir delille desteklenmeyen bu iddiaya göre Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar bu toplantıda Osman Yıldırım ve Alpaslan Aslan'a teslim edildi. Savcıların «Osman'ım» diye hitap ettiği Osman Yıldırım, ifadesinin bir yerinde bombaları Muzaffer Tekin'in; bir Muzaffer Tekin'in, bir Veli Küçük'ün koruması olduğu iddia edilen Rasim Görüm'ün verdiğini iddia ediyor. Savcılık bu kadar ciddi bir iddiayı, bu kişileri aynı anda aynı yerde gösteren baz istasyonu kayıtları gibi somut delillerle destekliyor mu? Hayır. Savcılık, Osman Yıldırım'a «Gel bize şu villayı göster» deyip yer keşfi yaptırmış mı? Hayır.

Peki, savcıların «Osman'ım» diye hitap edecek kadar kendilerine yakın buldukları Osman Yıldırım kim? Cumhuriyet gazetesi saldırılarından başka, kardeşini öldürmek, öz yeğenini 200 lira karşılığında fuhuş amaçlı kiralamak dâhil birçok suçtan hüküm giymiş bir suç makinesi. Kemal Kerinçsiz, duruşmalar sırasında Osman Yıldırım'ın 18 yaşındaki yeğenine zorla fuhuş yaptırmak dâhil işlediği suçlardan hüküm giydiğine dair mahkeme kararlarını Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sundu. Bunu da medyada okumadınız değil mi?

İnsanlar arasında olmayan bağlantıları kurmak için sergilenen yaratıcılıkları görseniz hayretler içinde kalırsınız.

Adam, yurtdışında gizli toplantılar yapmakla suçlanıyor. Gelin görün ki adamımız o tarihte cezaevinde yatıyor! (Doğu Perinçek'in Haymana cezaevinde yattığı tarihlerde yurtdışında bir toplantısı görünüyor iddianameye göre)

İşkence yapanla işkenceye maruz kalan aynı örgütün üyesi. Birbiriyle davalık olacak kadar husumet içinde olanlar örgütün aynı biriminde gösterilmiş.

İnsanların yazdıkları yazının sonuna «saygılarımla» ibaresini koymuş olmaları «ast-üst» ilişkisinin delili olarak sunulmuş. Bunu yazan savcı, «Ergenekoncuların» kendisine yazdıkları yüzlerce dilekçenin sonunda sırf “saygılarımla” ibaresine yer verdikleri için iddia edilen bu «ast-üst» ilişkisi zincirine dâhil olduğunun farkında değil.

Bir savcının iddianamesini kanıtlamak için delil üretmek ve karartmakla suçlanması ve bunun mahkemede ortalara dökülmesi kadar ciddi bir durum olabilir mi? Hangi örneği verelim…

Sırf Veli Küçük ile bağlantı kurmak için bir telefon tapesindeki «Tevhide Kütük» isminin «Tevhide Küçük» olarak değiştirilmesini mi istersiniz…

Arama tutanaklarında yer almayan CD'lerin iddianameye eklenerek burada yer alan bilgilerle insanların suçlanmasını mı…

Ruhsatlı silahların tutanaklara «ruhsatsız» olarak geçirilmesini mi…

Tuncay Güney tarafından sahte olarak hazırlandığı mahkeme kararıyla sabit belgelerin gerçekmiş gibi «suç delili» olarak iddianameye konulmasını mı…

Soruşturmanın başlangıç delili olan Ümraniye bombalarının delil olarak korunması gerektiği halde, bununla ilgili yasa maddelerine ve delil muhafaza yönetmeliklerine aykırı olarak imha edilip; ne iddia makamının ne de suçlananın bu delillerle ilgili ek inceleme yapma hakkının ihlali yoluyla ceza hukuku ve metodolojisinin en temel düsturunun ihlal edilmesini mi..

(Dünyada kaç davada bombalar bilgisayar kayıtlarının imhası ile madde gerekçe gösterilerek, yani bombalara bilgisayar kaydı muamelesi yapılarak imha edilmiştir?)

Sayfalarca uzatabileceğimiz örneklerden bir tane daha verip sonlandıralım yazıyı.

«Benzeşme» kriteri.

Ceza kanunumuzda «kıyas» açıkça yasaklandığı halde (TCK 213) «benzeşme» kriterinin insanları «terörist» olarak yaftalamak için yeterli olduğu bir ülkede hangi demokrasi ve hukuktan söz edilebilir.

Hayal edin…

Cumhuriyet'in 100.yılında «Büyük Türkiye» hedefinden söz etmiş, bu konuda yazılar kaleme almışsınız. Sözde «Ergenekon» belgelerinde de Cumhuriyet'in 100. yılında güçlü Türkiye hedefinden söz edildiği için «benzeşmekle suçlanıyorsunuz»

Soruyorsunuz mahkeme huzurunda…
"Ben Ergenekon'la benzeşiyorsam, Anıtkabir özel defterine Cumhuriyet'in 100. yılında dünyanın ilk on ülkesi arasında yer alan bir Türkiye hedefini dile getiren Tayyip Erdoğan da benzeşiyor mu?"

Bu «benzeşme» kriteri öyle kullanılıyor ki, insanlarda çıkan belgelerin «kapak sayfası olması ve üzerinde tarih yazması» aynı kaynaktan çıktığının kanıtı olarak takdim ediliyor.

Şimdi, bir zahmet taraf gözlüklerinizi çıkarın ve elinizi vicdanınıza koyun. Sizce böyle bir iddianameye imza atan ve mahkeme aşamasında bu şekilde bir sürece vesile olan zihniyetin varlığı mı, yokluğu mu bu davayı sulandırır?

Hangi tarafta olursak olalım, Türkiye'ye musallat olan karanlık şebekeleri çökertmek istiyorsak en azından bu sorunun cevabında uzlaşabiliriz.
NOT: Farkındaysanız, davanın ana karakteri Tuncay Güney'in beyanlarındaki kanıtlanmış yalanlara, çelişkilere değinmedik bile

Meyyal UYGUR / İsrail'e Cevap, Emine Hanım Veya Bir Onbaşı'ya Yakışmaz mıydı? / AÇIK İSTİHBARAT


İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi'nin, doğrudan Başbakan Erdoğan'a yönelttiği suçlamaların üzerinden tam 4 gün geçti.
Herkesi, «kodumu, oturtan» Erdoğan'dan veya Davos'ta, «Peres yalan söylüyor» diye ağlayan Emine Hanım'dan ses seda gelmedi. Mizrahi'nin, «Ermenileri ve Kürtleri katlettiğimiz, Kıbrıs'ı işgal etiğimiz» iftiralarını duymadılar mı yoksa?..Ya, TSK’nin, Türkiye'nin en hayati meselelerinde konuşmasına dahi çıldıran, «Asker konuşamazzzz!...» diye yeri-göğü inleten iç ve dış muhipler, acaba neden Mizrahi'ye de, «haddini» bildirmedi? Dahası, O'na Genelkurmay Başkanlığı'nın cevap vermesine, «Hoop, hoop, sivil irade dururken, size ne oluyor?» demediler? Bu ne «şiir» gibi uyum Allah'ım?!..

Diyeceksiniz ki, İsrail'e «çifte nota» verdik ya, daha ne istiyorsun?..Yok, bu benim içine sinmedi. Birincisi, konuşan bir Kara Kuvvetleri Komutanı. O'na ağzının payını vermek, en önce Emine Hanım'a, olmadı, iktidarın bir mensubuna düşmez miydi?.. «Askerce konuşulsun» kararı mı alındı? O halde görevi, bir Onbaşı, en fazla Kara Kuvvetleri Komutanımızın yerine getirmesi daha «diplomatik denklik» olmaz mıydı?

Dışişleri'nin tepkisine İsrail'in Ankara Büyükelçisi Levy'nin cevabını biliyorsunuz; «Mizrahi'nin sözleri kişisel» dedi, çıktı. İsrail Dışişleri Bakanlığı ise «tatil» olduğu için resmi açıklama yapmadı. Genelkurmay Başkanlığımızın açıklamasına da, İsrail Ordu Sözcülüğü, «Kendi görüşleridir, kurumsal bir nitelik taşımamaktadır» karşılığını verdi. Ne bir özür, ne başka şey. Vallahi bizim «çifte nota» tam «müzik notası» oldu!..

Nerede «Türkiye'nin itibarını» korumak için Davos'u birbirine katan Başbakan Erdoğan? İsrailli Komutan'a söyleyecek hiç mi bir sözü, «Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak yapması gereken» bir şeyi yoktu?.. «Satmasın» da, «tarih yazsın» için soruyorum…

«Davos Fatihi» , Genelkurmay Başkanlığı açıklama yaptığı gün, Sivas mitinginden dönerken, uçağındaki gazetecilere, Türkiye-İsrail ilişkileri konusunda şunları söylüyordu:
«Bizim İsrail'le karşılıklı menfaatlerimize dayalı ilişkilerimiz devam ediyor. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Kimileri, 'İsrail'in Konya'daki eğitim uçuşları durdurulsun' diyor. Konya'da sadece İsrail değil, 10 ülke bedeli karşılığı askeri eğitim uçuşlarından yararlanıyor. Zaten Genelkurmay Başkanlığımız da, İsrail'le ilişkilerin Türkiye'nin menfaatleri doğrultusunda süreceğini açıkladı. Askeri ihaleler, siparişler de devam ediyor. İsrail'le eski-yeni birçok anlaşma var, yürürlülüğünü sürdürüyor. Devletlerarasındaki ilişkilerde çok dikkatli olmalıyız.»
Aziz milletim, O'nu hala «Davos Fatihi» sanıyor, varsın, olsun!...

Ya Türkiye'yi «Soft power» yapmada kararlı, «devletin başı» , «başkomutan» sıfatlarına haiz Çankaya Köşkü'ndeki Gül?..İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı'nın açıklaması için ne dedi, duydunuz mu; «Bu konuyla ilgili açıklamalar, karşılıklı yapıldı» .

İşte azizim, «objektiflik» diye, ben buna derim!..
Kuzuların Sessizliği
Adamlar Türkleri, «Ermenileri, Kürtleri kesmekle, Kıbrıs'ı işgal etmekle» suçluyor, siviller, «Kuzuların Sessizliğini» oynuyor. Acaba neden?..Muhatap almaya değmez mi buluyorlar, İsrail'den mi korkuyorlar, yoksa?!..

Durup dururken, Mehmet Metiner'in 1991'de Erdoğan'a takdim ettiği «Kürt Raporu» ndaki şu ifadeleri hatırladım:
«PKK terörünü kınadığımız kadar, devlet terörünü de kınamalı, Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemeli ve devletin 'bölücü' 'terörist' 'ayrılıkçı' şeklindeki eleştiri üslubunu benimsememeliyiz… Türkiye’de 75 yıldan beridir, resmi ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığı açık seçik söylenmeli ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz.»Çankaya Köşkü'ndeki Gül'ün, hiçbir iddiasından vazgeçmediği halde, Ermenistan'a jest üstüne jest yapması, Türklük düşmanlığı tescilli «sahte demokratların» Ermenilerden «özür» kampanyasını, «düşünce ve fikir özgürlüğü» sayması, niye aklıma takıldı ki?

Allah Allah, AKP'nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın, Kıbrıs'ta Annan Planı çerçevesinde bir çözüm sağlanamaması halinde, «Türk Ordusu'nun işgalci olarak görüleceğini» söylemesi de, nerden icap ettiyse, aklıma düşüverdi.

Birileri, Türk Milleti'ne «Monşerlik» mi yapıyor, ne?!..

15 Şubat 2009 Pazar

Fatma Sibel YÜKSEK / «Korku Cumhuriyeti» Değil, «Korkaklar Cumhuriyeti» / AÇIK İSTİHBARAT


Kabul etmek lazım ki, korkakların olmadığı bir yerde kimse «korku cumhuriyeti» falan kuramaz.

Son günlerde herkes tutturmuş bir «korku Cumhuriyeti kurmak istiyorlar» diye bir laf; hiç kimse «Peki, ben ne korkaklık ettim ki önüne gelen korku cumhuriyeti kurmaya kalkışıyor?» diye sormuyor..

Unutmayın siz (veya biz, hepimiz..her neyse) aslında «korkak» olmasaydık, bugün «korku cumhuriyeti kurmak istiyorlar» ukalalığını yapmak, popo muzu kaşımak, «Vaay duydun mu yav, falancayı da almışlar» geyiği yapmak, «alınan» biz olmadığımız için içten içe sevinç duyduktan sonra da yatıp uyumak durumunda kalmazdık..

Hiç kimse kusura bakmasın, tabansızlık öyle bir illettir ki, 80 yaşındaki çobanda görülmez de bakarsınız, ordulara kumanda etmiş koca koca askerlerde, devlet başkanlarında, parti liderlerinde ortaya çıkar…

İki adet eski Genelkurmay Başkanı'nın adları Ergenekon'a karışınca hemen Veli Küçük'ün ismine sarılıp kendilerini aklamaya çalışmalarını hâlâ unutamıyorum. Kim ne derse desin, Veli Küçük onuruyla, aslanlar gibi yatıyor Silivri'de. Kimseden minnet, keramet beklemiyor. Kendisini satandan geçilmese de o kimseyi satmıyor. Sabahın 9'undan akşamın 20'sine kuru bir sandalyenin üzerinde duruşmaları izleyip duruyor. Geçen gün duruşmada eşine ve kızı Zeynep'e seslendi: «Bana bakın, simit yiyeceksiniz kimseye eyvallah etmeyeceksiniz. Bu kadar söylüyorum ben hepinize!»
Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun «Tanımam etmem, sağda solda benim adımı kullanmış» diye demeç verdiği gün, sanık sandalyesinde İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek savunma yapıyordu. Sözü Kıvrıkooğlu'nun açıklamasına getiren Perinçek, «Sanki Veli Küçük'e general rütbesini ben verdim, sanki ben bıyığımı kesip sırtıma bir üniforma geçirip gizlice Yüksek Askeri Şura toplantısına katıldım» diye tepki gösterdi onurlu bir insan olarak…

Yüz yıllık Encümen-i Daniş toplantılarının «Ergenekon'la ilgisi olmadığını» izah etmek için (sanki böyle bir zorunlulukları varmış gibi) şekilden şekile girenlere ne demeli? Koca koca adamlar, ak saçlarından utanmadan kameralar karşısında cilveli hareketler yaparak «Bakın işte bu kapıdan giriyoruz, şurada oturuyoruz, ülke ekonomisini falan konuşuyoruz. Valla billa biz Ergenekoncu değiliz» diye komik durumlara düştüler.

İsmi lazım değil, Ergenekon operasyonlarının birinde yaka paça gözaltına alınmış bir eski asker-stratejist, geçenlerde televizyona çıkıp özürlü çocukların sorunlarıyla ilgili hicranlı konuşmalar yaptı. «Benim bu işlerle alakam yok, gördüğünüz gibi kendimi içtimai faaliyetlere verdim» mesajı veriyor arkadaş….

Aslında okuyucularımıza hafta başında «Ergenekon şüphelisi» oluverişimizle ilgili bilgi vermek istiyordum, ama «tırsaklık» konusunda o kadar doluyuz ki, ister istemez konuya başka yerden girmiş olduk.

Efendim, 9 Şubat Pazartesi günü telefonum tatlı tatlı çaldı. Son derece nazik bir ses, halimi hatırımı sorduktan sonra, «Savcı Bey'in selamı olduğunu» zahmet olmazsa Terörle Mücadele Şubesi'ne «şöyle bir uğrayıp uğrayamayacağımı» , «bir konuda bilgime başvurmak istediklerini» söyledi. Kalkıp gittik, aylardır tutuklu olanların hangisi gitmezdi ki? Altında «Zekeriya Öz» imzası olan kısa bir yazı gösterdiler. «Bilgisine başvurulmak üzere ŞÜPHELİ olarak davet edilmesi» diye bir şeyler yazıyordu. «ŞÜPHELİ» kelimesi büyük harflerle yazılmıştı. Şüpheli, bilgisine başvurulmak üzere, davet edilmesi… Bayağı karışık bir cümle gibi geldi bana…

Terörle Mücadele Şubesi polisleri bayağı da bir hazırlık yapmışlar kendilerince, Sorular hazırlamışlar, internetten yazılarımı indirmişler, telefon dinleme kayıtlarını çıkarmışlar vesaire… «Sizi hiç yormayacağım» dedim. «Madem savcı «ivedi olarak» demiş (yazıda böyle de bir kelime vardı) bekletmeyelim, kalkın gidelim…»
«Susma hakkınızı mı kullanıyorsunuz?» Dediler.
«Hayır, susma hakkıyla alakası yok; Savcıya ifade vereceğim diyorum»
Dedim. Şunu da ekledim:
«Yalnız, ifadeyi alacak olan savcı Zekeriya Öz ise, ben Zekeriya Bey'e ifade vermem, çünkü kendisi ile mahkemeliğim. Beni tarafsız biçimde sorgulayamaz»


Bir takım telefon görüşmeleri yapıldı. Sonra benim başka bir savcıya çıkacağımı söylediler. Beraberce Beşiktaş Adliyesi'ne gittik. İsmini şimdi hatırlayamadığım başka bir Savcının karşısına geçtik. «Falanca tarihli telefon tapesinde demişsiniz ki» diye başlayınca
«Savcı Bey, daha az önce ben yoldayken Yargıtay'ın telefon konuşmalarının tek başına kanıt olamayacağına ilişkin kararı açıklandı. Sonra ben elli duruşmadır Ergenekon davasını izliyorum. Bu telefon tapeleri yüzünden orası bir çöplüğe dönmüş vaziyette. İnsanlar, anaları babaları ile yaptıkları görüşmelerin hesabını vermeye çalışıyorlar. Bu şartlar altında ben bu karmaşaya daha fazla katkıda bulunmak istemiyorum. İzninizle telefon konuşmalarına ilişkin soruları cevaplamayacağım. Hem takdir edersiniz ki hatırlayamam. Nereden hatırlayayım, bin tane laf etmişimdir. Siz olsanız siz de hatırlayamazsınız: Ama yaptığınız soruşturma her ne ise, onunla ilgili somut birkaç soru sorarsanız cevaplamaya çalışırım»
Dedim.

Savcının bu yaklaşıma hak verdiğine ilişkin bir izlenim edindim. «Zaten kısa bir-iki soru soracağım» dedi. Mesela, nişanlım Behiç Gürcihan'ı «tanıyıp tanımadığımı» sordu bana! Valla evlenmeye karar verecek kadar tanıyoruz işte… Bir de kız kardeşimle yaptığım bir telefon konuşmasında AKP için «S…tirsinler gitsinler» demişim. Demişizdir. AKP'ye karşı hiç de latif hisler taşımadığımız ortada değil mi? Savcı, soy ismi farklı olan kız kardeşimin kim olduğunu sordu. «Kardeşim» cevabına da «Öz kardeşiniz mi?» şeklinde bir karşı soru getirdi. «Üvey» olsaydı, «örgüt bağlantısı» daha güçlü görülecekti, tutuklama sebebi olacaktı belki de…

Velhasıl, bir sayfa kadar bir ifade verdik. Avukatımız Ercan Birol, ifadenin bir nüshasını alıp alamayacağımızı sordu. «Dosya üzerinde kısıt kararı olduğu için» veremeyeceklerini söylediler. Dışarı çıktıktan sonra «Boş ver Ercan Bey, nasıl olsa gazetelerden okuruz kendi ifademizi» dedim(!)

Aslında 4 ay önce açılmış ve elli duruşmadır süren bir davanın bir yandan da «gizli soruşturması» nasıl yürütülebiliyor anlayan beri gelsin. Bir yanda açık kovuşturma, bir yanda gizli soruşturma. Bu garip davranışın ileride ciddi hukuksal sorunlar doğuracağı anlaşılıyor. Mahkeme «bir takım insanların saygınlıkları zedelenmesin» gerekçesi ile meşhur «Ergenekon şemasını» açıklamama kararı bile almış; yani «1 numara» bile ortaya çıkamayacak; biz hâlâ savcıların «Ona niye onu dedin, AKP'ye niye s…tir olup gitsinler dedin» şeklindeki akla ziyan sorularına cevap veriyoruz…

«Tekne kazıntısı» muamelesi gördüğüme mi yanayım; «nişanlı» konumundan «ŞÜPHELİ» konumuna geçtiğime mi?

14 Şubat 2009 Cumartesi

Meyyal UYGUR / TSK'ya Arz, muhalefete Önemli Uyarı!../ AÇIK İSTİHBARAT


Obama'ya en büyük desteği veren Clinton'lar döneminde ABD Dışişleri'nde CIA'nın Ortadoğu işlerine bakan, CIA kökenli biri…


Daha 1989'da diğer CIA mensubu Graham Fuller'le birlikte «Ilımlı İslam» dan, «Büyük Kürdistan» a uzanan projeyi hazırlayıp, Pentagon'a sundu… Yine Fuller'le birlikte «Türkiye'nin Kürt Sorunu» nun kitabını yazdı. 1999'da Roma'daki teröristbaşı ile görüşmek için teşebbüste bulundu. AKP'nin kurulmasından çok önce ve iktidar döneminde, partinin en önde gelen isimleriyle yakınlık kurdu, gizli-açık görüşmeler yaptı. Önceki yıl da, Türkiye'nin, Irak'ın kuzeyine kara harekatı düzenlemesi halinde, «O birlik, yanlışlıkla Amerikalıları vurabilir. PKK'lılar peşmerge kılığında Türk askerine pusu kurabilir. Her şey olabilir… » sözleriyle aba altından sopa gösterdi. Diyeceğim o ki, boğazına kadar «bu işlerin» içinde, hatta «mimar-mühendis» … İşte bu zat Obama yönetimi için «Kürdistan Üzerinde Çatışmanın Önlenmesi» başlıklı bir rapor hazırladı. Evvel emirde bu raporu mutlaka okuyun.

Bunu yaparken, İmralı'da «misafir» satüsüne getirilen bölücübaşının, «Kürt sorununun çözümü konusunda devletin bir birimi bizim gibi düşünüyor» iddiasını, Başbakanı Erdoğan'ın emriyle bu zatla görüşen ve dahi «ulus devlet tartışılıyor» demecini patlatan devlet yetkilisini hatırlayın. Hemen beraberinde, 2006 Temmuz'unda Sabah'tan Aslı Aydıntaşbaş aracılığı ile yoklaması çekilen, Barzani-Talabani destekli «PKK'yı dağdan indirme planını» , Başbakanın, «Böyle bir plan var mı?» diye sorulduğunda, planı değil, soruyu «ihanet» saymasını, MİT içinde ilginç bir lakabı olan bir MİT emeklisinin, gazete, tv, Kürt konferanslarında bu planı anlatmasını düşünün. Ve Radikal'den İsmet Berkan'ın 31 Temmuz 2006 tarihli yazısını mutlaka bulup, satır satır okuyun. Hepsinin üstüne de Başbakan Erdoğan'ın,
«Irak'ta yapılması gerekenler konusunda ABD ile gerekli telkin ve uyarıları da kapsayan açık bir diyalog içindeyiz… Öncelikli hedefimiz sınır ötesi operasyon değil, PKK'nın silahsızlandırılması… Mahrem anlaşmalar ilan edilmez… İzlediğimiz dış politika, düşman üretmeyi değil, dost kazanmayı esas alan bir politikadır. Şiddet ve çatışma yerine, ekonomik ve ticari ilişkileri güçlendirmenin zeminini arıyoruz»
sözlerini koyun. Şemdinli'den, Ergenekon'a nasıl ve neden gelindiğini şıp diye anlayacaksınız!..

TSK'dan Beklenen

Eh artık, bundan sonra olacakları anlamak için Henri Barkey'in raporuna müracaat edebiliriz. 66 sayfalık raporu özetleyip, yorumumu yapacağım.

Rapora göre, ABD için en acil ve kritik mesele Türkiye'nin «Kürdistan Bölgesel Yönetimi» ni resmen tanıyıp, Erbil'de konsolosluk açması. Kerkük'e de asla müdahil olmaması gerekiyor. PKK ve «Kürt sorununun» çözümü, ABD için 3. sırada geliyor. Daha doğrusu ilk ikisi yapıldığında zaten bu meselenin de kendiliğinden hallolacağı düşünülüyor. Gelelim ABD'nin sıkıntısına;

Bir defa Türk askeri «K. Irak politikasında çok etkili ve Irak Türkmen Cephesinden vazgeçme niyetinde değil» miş… Keza, «Kürt sorunu» konusunda sivil-asker bölünmesi hiç bu kadar keskin olmamış. AKP, gerekli reformları hazırlarken, «Kürt sorununu rejimin bütünlüğüne tehdit olarak yorumlayan sivil ve askerin sert muhalefeti ve direnci» ile karşılaşmış. Mesela AKP, Barzani yönetimi ile ilişkiye geçmiş ve bu, PKK'ya karşı aktif mücadele etmeden, Barzani ile teması reddeden devlet görevlileri ve komutanlara karşı keskin bir tavırmış. Askerler, «Türkiye'deki Kürt azınlığın sorunlarının çözülmemesinde» de etkiliymiş. (Çözümden kastedilen de PKK'ya şartsız genel af, Doğu-Güneydoğu eyaletlerine daha fazla yetki, Türkiye'yi çok kültürlü toplum yapacak Anayasal değişiklikler) Sadece askerler değil aşırı sağ ve sol milliyetçiler de, hükümete bu faaliyetlerde muhalefet ediyormuş. Ancak «şüpheli bir çeteye» karşı yürütülen operasyonda, emekli generaller, gazeteciler, politikacılar ve akademisyenlerin suçlanması, «cesur ve yeni bir siyasi stratejiye işaret» ediyormuş.

İşte tüm bunlar için sadece ABD değil, AB'nin de «iç muhalefete» karşı AKP'yi daha fazla desteklemesi ve cesaretlendirmesi gerekiyormuş…

Mesele anlaşıldı değil mi Sayın Komutanlarım?!...

Muhalefete «Dış politika-PKK» Tuzağı

Gelelim raporun, 29 Mart yerel seçimlerine yönelik can alıcı noktalarına… Deniyor ki;

«Yerel seçimler AKP politikaları için geniş anlamda bir referandum olacaktır. Bundan sonra reformları ağırdan almaz ve herhangi bir iç risk olmadan Barzani yönetimini tanıyacak adımları atabilir… »

Referandum demek en az yüzde 51 oy demektir. AKP'nin bu oyu alması ve ondan sonra istenilen her şeyi yapmasının arzulandığı çok açık.

Yine raporda deniyor ki;
«Türk halkının geniş bir kesimi, medya ve siyasiler ABD'nin bağımsız bir Kürt devleti yaratma niyetinden şüphe ediyor. Köklü ABD-Türk askeri ilişkileri, bu endişeleri azaltmada yardımcı olabilir. Fakat Türk halkı, dış politika kararlarında önemli faktör haline geliyor… »



Burada yine askerlere bir görev yüklenmek isteniyor… Onu geçiyor, «Türk halkının dış politikada önemli bir faktör haline gelmesinin» üzerinde durmak istiyorum.

Erdoğan'ın, Davos, IMF postaları, Yeni Osmanlıcılık, 3. Abdülhamid açılımları, meydanlardaki «Büyük, güçlü, itibarlı Türkiye» söylemleri, Çankaya Köşkü'ndeki Gül'ün Rusya seyahatinin «Avrasyacılık» olarak yorumlanması, 29 Mart seçimlerinin tamamen dış politika üzerine kurulacağının işaretleri değil mi? Demek ki, böyle bir strateji çizilmiş. Hatta ilerleyen günlerde, ABD-MİT ortak yapımı senaryolar, «PKK terörünü bitiriyoruz» denerek, servise konabilir. Ardından «büyük turpların» , yani Barzani'nin tanınıp, Kerkük'ten vazgeçilmesinin geleceğini kaç kişi bilecek?..Bilenler söylese bile, iç ve dış mihraklar, «Bakın, Ergenekoncular terörün bitmesini istemiyor» derse de, şaşmayın!..

O yüzden muhalefete naçizane tavsiyem; şimdiden bu planları deşifre etmeleri, seçim meydanlarında da, "yolsuzluk ve yoksulluk" dışında tartışmalara girmemeleridir.

«Yeni Devlet» in Kadroları

Ne kadar kritik bir noktada olduğumuzun ve tehlikenin farkında mıyız?..Çankaya Köşkü'ndeki Gül'ün kankası Mehmet Altan şimdiden, «Eski Devlet-Yeni Devlet» den bahsediyor.

Şayet bu defa da planları tutarsa, hakikaten «Yeni Devlet» le karşı karşıya kalacağız. Onların «Yeni Devlet» inin kadrolarına ufak bir katkıda bulunalım, bakalım beğenecek misiniz?

Halife:
Fethullah Gülen
Genelkurmay Başkanı:
Mehmet Altan, 2. Başkan Hüseyin Gülerce
Dışişleri Bakanı:
Cengiz Çandar
Maliye Bakanı:
Cihan Kamer