Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ arasında heyecanla beklenen görüşmenin gerçekleşmesinden sonra Başbakanlık'tan yapılan yazılı açıklama, ''krizi dondurmak'' olarak yorumlandı.
Oldukça özenli cümlelerle bezenmiş olan açıklamanın kim tarafından kaleme alındığı bilinmiyor, ancak o açıklamaya “memur kaleminin” üstünde bir elin değdiği kesin.
Bir kere açıklamada, Başbakan’ın Pakistan’da “Döner dönmez Genelkurmay Başkanı’mla görüşeceğim” demesinin aksine, görüşmenin “rutin bir görüşme olduğunun” altı ” Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bugün saat 18.30’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın İlker Başbuğ’u kabul ederek, haftalık olağan görüşmesini gerçekleştirmiştir” cümlesiyle çizilmiş.
Oysa Başbakan Pakistan’da, “Döner dönmez Genelkurmay Başkanı’mla görüşeceğim” ve “TSK böyle bir lekeyi kaldıramaz” derken, hem olayın kendisine, hem de Genelkurmay Başkanı Başbuğ ile yapacağı görüşmeye olağanüstü bir önem atfetmiş oldu… Konu madem “haftalık rutin görüşmede” ele alınacaktı, o zaman Başbakan daha temkinli cümleler kurup, “Dönüşte zaten Genelkurmay Başkanı ile haftalık olağan görüşmemiz var, bu konu da gündeme gelebilir” diyemez miydi?
Kaldı ki, önceki günkü görüşmenin ne kadar “haftalık olağan görüşme” olduğu da tartışılır. Sırf perşembe günü yapıldı diye bunun böyle olduğunu savunan varsa diyecek bir şey yok ama Erdoğan ile Başbuğ arasındaki “olağan görüşme” ritminin özellikle askeri mahkemelerle ilgili yasanın gece yarısı Meclis’ten geçirilmesinden sonra bir hayli bozulduğunu da biliyoruz. Neyse, yine de bu görüşmenin “olağan olduğunu” kabul etmek herkesin yararınadır.
Görüşmeden yansıyan hava, görünürde ortada bir gazete haberinden başka bir şey yokken Başbakan ta yurt dışından “kriz alarmı” vermesine rağmen araya Cumhuriyet Bayramı’nın girdiği süreçte ayakların suya erdiğini ve tansiyonu düşürme kararı alındığını gösteriyor. Oysa, Taraf gazetesi gibi mahfillerin yaymaya çalıştığı hava, “Başbakan gelir gelmez Genelkurmay Başkanı’nı çağıracak, hesap soracak ve istifasını isteyecek” yönündeydi. Bir kısım cenahta böyle bir “umut” doğmuştu.
Yalnız, Taraf’taki “Başbakan kelle isteyecek” haberinin yalanlanmamış olması hâlâ manidardır. “Koskoca Başbakanlık Taraf’ı mı muhatap alacak?” diyen varsa, bu yaklaşımın ne kadar geçersiz olduğunu Haziran ayından beri yaşadıklarımızdan biliyoruz. Taraf pek âlâ da muhatap alınması kaçınılmaz olan ve şimdiye kadar da muhatap alınmış olan bir gazetedir. Acaba bu “Çağırıp haddini bildirecek” haberi AKP koridorlarında biraz da hoşa gitmiş olabilir mi? Hani, “Esmesen de gürle” manasında?
Başbakanlık açıklamasında, kimilerinin “Demokrasiye müdahale planı” dedikleri (sahte veya gerçek) belgeden “İrticayla Mücadele Eylem Planı” diye söz edilmesi de dikkat çekmiştir. Biliyorsunuz, gelinen nokta itibarıyla, biraz satır aralarında kalmış olsa da “İrtica ile mücadele ne zaman suç oldu?” diye bir tartışma konumuz daha başlamış bulunmaktadır. “Demokrasiye müdahale planı” derseniz kimseye diyecek bir şey kalmaz ama “İrtica ile mücadele planı” denilirse, “İrtica ile mücadele suç mu?” sorusu ister istemez gündeme gelir. Acaba, Başbakanlık açıklamasını yazan kişi veya kişiler, bu ifadeyi kullanırken bu hususları düşündüler mi? Yani, olay belgeye “irtica ile mücadele planı” demek bir tercihi veya bir uzlaşıyı mı yansıtıyor?
Başbakan ile Başbuğ arasındaki görüşmeden sonra dikkat çeken bir gelişme de adliyeye çağrılmış olan ve aralarında Albay Dursun Çiçek’in de bulunduğu subayların, savcıların çağrısına icabet etmeleri oldu. Oysa subaylar, savcılar tarafından tam bir hafta önce ifadeye çağrılmışlardı. Bu konuda Erdoğan ile Başbuğ arasındaki görüşmenin beklendiği anlaşılıyor. Tabii konunun görüşmede gündeme geldiği de ortaya çıkmış oluyor. Şimdi şuna bakacağız: İfadesi alınan subaylardan bazıları, özelikle Dursun Çiçek, “yeni deliller kapsamında” tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edilecekler mi?
Eğer öyle olur ve de tutuklanırlarsa, “kelle verme süreci” başlamış demektir.
yazan :Fatma Sibel YÜKSEK